Akademi tarih boyunca bilimin ve aydınlanmanın merkezi olmuştur ve toplumlar için tarihin tekerleğinin ileriye iten bir unsur olagelmiştir. Üniversiteler, ülkenin ilerici ve aydınlık değerlerini sanatsal, sosyal ve bilimsel alanlarda sahiplenen kurumlar olmalıdır. Günümüzde ise akademi ve üniversiteler, ne yazık ki üzerimize çöken OHAL ve yönetim baskılarıyla bu görevlerini yerine getirememektedir. Üniversitelerin kökleşmiş aydınlanma kültürlerine gerici müdahalelerle zarar verilse de üniversiteler, özü gereği aydınlanmacılığı ve çağdaşlığı içten içe yeniden ve yeniden üreten toplumsal yapılardır. Gençlik ise dinamiktir ve başlı başına tarih boyunca hiç bitmeyen ilerici bir yöne sahip olagelmiştir. Hal böyleyken ilerici ve aydınlık değerleri savunmak en başta biz öğrencilere, dolayısıyla üniversitede yer alan ve öğrenciler tarafından yürütülen kulüp ve topluluklara kalmaktadır.
Bu durumu kendi üniversitemiz özelinde değerlendirdiğimizde, bu sıfatları taşıyan birçok kulüp ve topluluk olduğunu görebiliriz. Yakın geçmişte de İTÜ’nün simgesi olan “İTÜ ASIRLARDIR ÇAĞDAŞ” yazısının üniversite yönetimi tarafından kaldırılmasıyla, İTÜ’nün sahip olduğu ilerici yönün üniversitemizden tasfiye edilmek istendiğinin açık bir yansıması oldu. Çağdaşlık ilkesinin son yıllarda üniversiteden tasfiye edilmeye çalışılması olgusu kaçınılmaz bir biçimde kulüplere de yansıdı; sosyal, kültürel ve bilimsel etkinliklerin aksamasına, kulüplerin kendi içinde kısıtlanmasına, bütün bunların sonucunda öğrencilerin bu alanlardan giderek silinmesine neden oldu. Örneğin, Süleyman Demirel Kültürel Merkezi’nin, CEO çağırıp şirket övmekten başka bir işe yaramayan ve bu etkinlikleri onbinlerce liralık para döngüleriyle yapan kariyerist kulüplere ve tarikat yapılanmalarının okuldaki uzatılanlarına verilmesi, öte yandan yalnızca öğrencilerin gelişimi için bilim, kültür ve sanat etkinlikleri yapan okulun yerel kulüplerinin SDKM’de kendine yer bulamaması, onlarca kulübün daracık alanlarda üst üste çalışma yapmak-yapamamak zorunda bırakılması… Bu durum, bilinçli bir dönüşümün parçası olarak öğrencileri sosyal alanlardan uzaklaştırmak için atılmış adımlardan yalnızca birkaçıdır.
Kulüplerin çalışmasını her geçen gün zora sokan diğer iki olgunun da bütçe ve mekan sorununu olduğunu söyleyebiliriz. Bütçe yetersizlikleri/kesintileri de kulüpleri zorlayan durumların başında gelmekte. Bütçeleri her geçen yıl daha da kısılıp yok edilen ve “Gidin sponsor bulun” denilen kulüpler, ödeneklerini alamadıkları için bütçe sıkıntıları yaşayıp istedikleri sıklık ve nitelikte etkinlik yapamaz hale getirildiler. Mekân sorunu ise özellikle son zamanlarda önemli bir boyuta ulaşmakla kalmayıp, kulüpler arasında gerçekleşen tartışmalara da yol açtı. Şu an Simit Cafe’nin bulunduğu yerde 4 yıl öncesine kadar kulüplerin kullandığı barakalarının bulunduğu ve rektörlük tarafından o barakaların yıkılıp alanın özel işletmeye verildiği herkesçe bilinen bir gerçek. Şimdi ise pek çok kulüp odaya sahip değilken bazı odaları 2-3 kulüp beraber kullanmak zorunda kalabiliyor. Bunun bile başlıca bir problem olmasının yanında dans, müzikal, tiyatro, eskrim, okçuluk gibi daha pek çok örnek verebileceğimiz kulüplerin çalışma salonlarının yetersizliği son zamanlarda gündemde olan başka bir problemi doğuruyor: Dans Kulübü’nün kur derslerinin kapatılıp kulübün fiilen işlevsizleştirilmesi. ‘’İşlevsizleştirmek’’ diyoruz, çünkü kur derslerinin kapatılması geçtiğimiz dönem sonu gösteri hazırlayan 180 kişilik dans ekibini ve yalnızca dans etmek için ders alan pek çok insanı mağdur etti. Burada rektörlüğün pek iyi niyetli olmadığına dair bir olayı da hatırlatmak isteriz ki, dans kulübünün çalışma alanları yok edilmeden önceki sene sonu gösterilerinde rektörlük, kulübe “Etek boylarına dikkat edin” gibi çağ dışı söylemlerde bulunmuştu. Bu söylemleri elbette ülkemizdeki genel siyasal atmosferden bağımsız olarak düşünemeyiz. Kızlı-erkekli kalınmasında sorun gören, bankta sarılarak oturan gençlerden rahatsız olan “genel ahlak” bekçisi zihniyetin bir sonucu.
Bu kadarla da kalmayıp son zamanlarda yoğunlaşan gerici hegemonyayı öğrencilere dayatmak adına, üniversitenin bilimsel kimliğine aykırı etkinliklerle SDKM’nin işgalinin devamını da görmekteyiz. Üstelik bu gerici işgallerini “İTÜ Öğrencileri” kimliği altına sığınarak meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. 28 Kasım’da rektörlük tarafından SDKM tahsis edilerek düzenlenen etkinlikle bunun bir örneğini yaşadık. SDKM’ye konuşmacı olarak davet edilen kişinin özgeçmişine baktığımızda Mustafa Kemal düşmanlığı, Fethullahçılık, Gezi ve Alevi düşmanlığı, iktidar yancılığı, Yaşar Kemal düşmanlığı söylemleriyle ünlü bir isim davet edilmiş, etkinliğe çağrı bildirisi isi “İTÜ Öğrencileri” imzasıyla yayınlanmıştı. Halihazırda pek çok kulüp yer sorunu yaşarken gerçek “İTÜ Öğrencileri”ne bu salonları ve kültür merkezini kullanma hakları olduğunu hatırlatmak gerekir.
Üniversitemizde olup bitenlere biraz yakından baktığımızda kulüp bazında yaşadığımız sorunları, bu sorunlara aslında nelerin sebep olduğunu, hangi zihniyetle yaklaşıldığını görmek çok da zor değil. Bu sorunları biliyor olmak ne yazık ki bizi çözüme götürmeyecektir. Bu sorunlarımızı çözümünü de ilericilik, çağdaşlık gibi sıfatları benliğinde barındırmak istemeyen, üniversiteyi bilimsel kimliğinden dahi uzaklaştırmaya çalışarak sorunlarımızı yaratıcısı olan üniversitemiz yönetimi olmayacaktır. Çözümü yaratabilecek olanlar, sorunun asıl muhatabı olanlar, bizleriz, yani İTÜ’nün ana unsuru olan İTÜ öğrencileri. Çağdaş, aydınlanmacı ve ilerici mirasımızı hatırlamak, verilen kararlar ve bize dayatılan uygulamaları sorgulamayla üzerine gitmek, sorunların altını kazıyarak sorunları doğuran temelleri bulmak, gerektiği zaman bu sorunların çözümü için bir arada durabilmek, çözüm de buradadır.