İçeriğe geç

Eğitimde Bir Devrim: Köy Enstitüleri

Kuruluş Amacı ve Aşaması

Kurtuluş Savaşı’nın ardından ülkenin sosyal ve ekonomik durumu gözlenecek olunursa daha devrim yeni başlıyordu. Ülke işgalden kurtulmuştu fakat çağdaş uygarlıklar seviyesine çıkmak için köklü değişikliklere ihtiyaç vardı.1935 istatistiksel verilerine göre halkın %75’i köylerde yaşıyor ve tarımla uğraşıyordu. 40,000 köyden 5000 tanesinde okul mevcuttu ve 1,7 milyon çocuktan yalnızca 300,000 tanesi okula gidebiliyordu. Halkın sadece %4’ü okuma-yazma biliyordu. Şehir hayatına alışmış olan öğretmenler, uyum sağlama kaygısından köylere gitmek istemezdi. Çalıkuşu romanındaki Feride Öğretmen gibi öğretmenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi ki hala günümüzde de doğu ve köy okulları atamalarında aynı kaygıyı taşırlar. Özetle ülkenin sosyal yapısı değiştirilmeliydi ve eğitimden başlamak lazımdı.

1936 yılında dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, ayrıntılı bir köy araştırmasından sonra 20 yıllık bir plan taslağı oluşturdu. Bu plana göre, yirmi yıl içerisinde öğretmen, sağlık hizmeti ve tarım teknisyenine sahip olmayan tek bir köy kalmayacaktı. Planın işleyişini zorlaştıran en büyük etmen, eğitmen olarak konumlandırılabilecek okur-yazar köy çocuğu ve öğrenci bulmaktı. Buna karşın Tonguç, askerliğini bitirmiş ve okur-yazar gençlerden bir grup oluşturup onları eğitmenlik yapabilmesi için 1936’da Eskişehir Çifteler Çiftliği’ne 4 aylık bir kursa göndermiştir. Kursu bitiren 84 eğitmen başarılı olunca kursların sayısı arttırıldı ve zamanla illere dağılıp “Köy Eğitmenleri Okulları”na dönüştü. 1939’da Birinci Maarif Şurası ile adı netleşen “Köy Enstitüleri” 17 Nisan 1940’ta TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe girdi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın çabalarıyla açılan köy enstitüleri, 28 Aralık 1938’den sonra Saffet Arıkan’ın yerine geçen Hasan Ali Yücel döneminde sayıca fazlalaştı ve aktifleşti.

Eğitim Programları ve İlkeleri

Eğitim, köylünün ekonomik ve toplumsal hayatından ayrı tutulmadan gerçekleştirilmek üzere planlanmıştı. Köy eğitmenleri kurslarda ziraat ve tarım eğitimleri de almışlardı. Tarım ve ziraatin de ilkellikten uzak, bilinçli, ilim ve fen odaklı yapılması amaçlanıyordu.

Enstitülerin eğitim süresi ilkokul üstüne en az 5 yıl, hazırlık üstüne 2 yıldı. Enstitülerde 5 yıl içinde toplamda 114 hafta kültür dersleri, 58 hafta teknik dersler işlenirdi. Her yıl 1,5 ay öğrencilerin tatili olurdu. Her öğrenci yılda 25 adet dünya klasiği okumak zorundaydı. Her öğrenci boş zamanlarında resim, müzik, tiyatro, edebiyat gibi sanatsal bir faaliyetle uğraşmak zorundaydı. Enstitülerin eğitim programı bu temelde aynıydı fakat teknik dersler bölgeye göre değişebiliyordu. Örneğin denize kıyısı olan illerdeki okullarda balıkçılık dersleri uygulanırken İç Anadolu’daki okullarda hayvancılık dersleri uygulanırdı. Köy enstitülerinin programı Maarif Kongresi’nde belirlenmişti. Köylerde eğitim veren bu öğrenciler; kendi binalarını, masalarını inşa etti. Köy enstitüleri açık olduğu süre boyunca 750 bin fidan dikildi; 100 km yol yapıldı; yüzlerce atölye, okul, depo, ambar inşa edildi; 12 adet elektrik santrali kuruldu. Köy enstitülerinde yaklaşık olarak on yedi bin öğretmen ve üç bin sağlık uzmanı yetiştirildi. Fakir Baykurt, Ali Yüce, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Ali Çiçekli ve daha nice ünlü ve önemli isimler yetiştirildi.

Enstitülerin temel ilkeleri vardı. Öncelikle her insan eşitti. Dİl, din, ırk, mezhep ayrımı yapılmaksızın herkesin çok yönlü gelişimine önem verilirdi. Eğitimde rehber olarak bilim temeli atılmıştı. Neden-sonuç ilişkisi temelli, bolca deney ve gözleme dayalı bilgi edinimi sağlandı. Din hakkında bilgiler verildi ama hiçbir inanç aşılanmadı. Her cumartesi genel toplantı alınır; öğrenci, öğretmen, personel elemanı, işçi dahil olmak üzere herkes toplantıya katılırdı. Bu toplantıda haftalık değerlendirme yapılır, görevini eksik ve yanlış yapan olursa uyarılırdı. Üst düzey demokrasi mevcuttu. Öğrencilerle birlikte yöneticiler de çalışır, aynı yerde yatar, aynı yemeği yerdi. Bir gün Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü ziyarete gider. Maddi sıkıntılardan dolayı genelde yemekhanede bakliyat türü yemek çıkardı ama o gün özel bir menü hazırlanınca okul karışır. Tam bir adalet ve eşitlik duygusu ile yetiştirilmiş olan enstitü öğrencileri, okul müdürü Rauf İnan’ı eleştirir ve Rauf İnan yapılan eleştirilere şöyle cevap verir: “Ben, Cumhurbaşkanı olduğu için değil İsmet İnönü şeker hastasıdır bu nedenle perhiz olduğu için özel yemek çıkarttım. Siz öğrenciler hasta olduğunuzda, size de durumunuza özel yemek çıkartmıyor muyuz?” der. Bunun üzerine durum anlaşılınca konu kapanır. Yani prensipler kim olursa olsun bozulmuyordu.

İlk Tepkiler ve Kapanış

Şubat 1945’te yabancı ziyaretçilerle birlikte tercüman olarak Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne Sabahattin Ali de gelmişti. Sabahattin Ali, ilerici fikirleriyle mahkum olmuş ve afla dışarı çıkmış bir solcuydu. O gece enstitüde kalmasıyla ortalık karıştı ve sağ-sol kutuplaşması gün yüzüne çıktı. Sabahattin Ali ile davası olan Nihal Atsız öncülüğünde Turancılar olayı büyüme çabası içine girdi.

Aslında bu olayın öncesinde, ilk kurulan köy enstitüsünden bu yana bazı tepkiler ve rahatsızlıklar vardı. Birçok köyde büyük toprak sahipleri vardı ve bu insanlar köylülere hem emeğinin karşılığını tam olarak vermez hem de sözünü geçirirdi. Fakat enstitüden yetişen öğrenciler sorguluyor, minnet etmiyor, alın terinin karşılığını arıyorlardı. Toprak sahipleri ve klasik eğitimciler enstitülerin varlığından hoşnut değildi. 1945’e kadar pek ses çıkarmasalar da sonra işin içine siyaset girince enstitülerin kapatılması ve halkın iknası için çeşitli iftiralar ortaya atıldı. Genelde iftiralar için iki başlık toplanıyordu:

İlk olarak kızlı-erkekli karma eğitim verilmesi öne sürülerek çirkin iftiralar ortaya atıldı. Amaç enstitüleri karalamak ve halkın namus duygusunu sömürerek kız öğrencilerin eğitim almasını engellemekti. İkinci iddia ise köy enstitülerinin komünist yuvası ve Ruslara ajan yetiştirdiğiydi. Ne yazık ki burada eğitim alan gençlerin kendi ülkesine ve haklarına sahip çıkması şuuru, devlet rejimini yıkma çabası olarak algılandı. Enstitülerde asla siyasi aktarım söz konusu değildi. Fakat haksızlıklara karşı durmak ve tepki göstermek, başkasından beklemeden imece halinde üretim yapmak, henüz Cumhuriyet devrimini sindirmemiş toplumumuza fazla gelmişti!

CHP, “çiftçiyi topraklandırma” adlı yasa taslağını meclise sununca kendi içindeki karışıklıklar daha da arttı ve birçok milletvekili istifa etti. Toprak sahiplerini, ağaları destekleyen bu milletvekilleri Demokrat Parti’yi kurdular.

1945’ten sonra köy enstitülerine yönelik komünizm eğitimi suçlamaları şiddetlenmişti. Köylü okul inşaatından; enstitü eğitmenleri, yörenin egemen güçleriyle uğraşmaktan yorulmuştu. Toprak sahipleri bir araya gelip Ankara’ya olan baskıları arttırmıştı. Enstitülerin CHP’ye oy kaybettireceği düşünülüyordu. CHP’nin kendi içindeki muhafazakar kesim de durumdan rahatsız bir şekilde enstitülerin kapatılmasını istiyordu.

Ayrıca II. Dünya Savaşı sonlarına doğru 1945 yılında SSCB lideri Stalin, Türkiye’den askeri üs isteyince İnönü ABD’den destek istemişti. ABD, bu desteği vermek için Türkiye’nin “5 Yıllık Kalkınma Planları” ve “Köy Enstitüleri”ni kaldırmasını ve serbest seçime dayanan demokrasiyi yerleştirmesini talep etmişti.

İsmet İnönü sonradan “en önemli eseri” olarak anacağı Köy Enstitüleri’nden iç ve dış baskılar sebebiyle, ayrıca seçim kaybetme endişesi ile vazgeçti. İnönü, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u görevden aldı ve Milli Eğitim Bakanlığı’na Reşat Şemsettin Sirer’i getirdi.1947’de “Köy enstitülerinin normal okullara çevrilmesi ve millileştirilmesi” kararı alındı. Benzer günlerde Sabahattin Ali, Behice Boran, Niyazi Berkes ve Korkut Boratav gibi öğretmenler Nazım Hikmet şiirleri okuduğu için yüzlerce öğrenci ile birlikte ihbar edilmişti. Dünya klasikleri yasaklandı, serbest okuma ve tartışma saatleri kaldırıldı. Kampüs içinde kız ve erkek öğrenciler birbirinden ayrıldı.

CHP oy kaygısı ile karşı devrime taviz vermeye devam etti. İlk İlahiyat Fakültesi açıldı. 7 İmam Hatip Lisesi açıldı. Seçmeli Din Kültürü dersi getirildi. Ancak buna rağmen CHP 1950 seçimlerini kaybetti. On binlerce köy çocuğu komünist zanlısı sayıldı. 2000 öğrenci, 2 yıl sınıfta kalmış durumuna düşürüldü. Enstitü çıkışlı eğitmenler “kültür bakımından zayıf” oldukları söylemiyle kurslara alındı ve büyük bir çoğunluğu askere alındı. Zaten 1948’den sonra eski işlevini yitiren Köy Enstitüleri, iktidara gelen Demokrat Parti döneminde 1953 yılında kapatıldı.

Günümüzde okullarda verilen eğitim maalesef ki Köy Enstitüleri’nde verilenden çok uzak ve gittikçe de uzaklaşmakta. Bugün bir üniversite mezunun bilgi birikimi, köy enstitülerinde 2. sınıf olan bir öğrencinin bilgi birikiminden bile az. Çünkü artık bilim ve fen kaygısı gütmeden sadece not sistemine ayak uydurup, nasıl aldığına bakmadan yüksek puan hedefi koyan, ezberci bir sistemle karşı karşıyayız. Öyle ki deneyselliğin artırılması bir tarafa dursun, çoktan teori olmaktan çıkıp dünya çapında kabul edilmiş ‘’evrim’’ gibi konuların müfredattan çıkarılmasına tanık oluyoruz. Medyumcu bir tavırla “Türkiye eğitim sisteminin çıkış noktası Köy Enstitüleri’dir” ya da “Enstitüler daha uzun süre varlığını sürdürseydi ülke olarak farklı konumda olurduk.” iddiasında bulunamayız fakat şu görünen bir gerçek ki; eğitim sistemi tarihimizde en doğru ve gerekli kurumlardan biri olan enstitüler, siyasi ve maddi çıkarlara kurban gitmiştir ve günümüzde de yoğun gündemle birlikte sürekli değiştirilen eğitim sistemi, yeniden kökten bir düzenlemeye ihtiyaç duymaktadır.