İçeriğe geç

Dinmeyecek Bir Mücadele Örneği: Furuğ

“Furuğ”, Farsça “ışık” anlamına gelir. İsmindeki gibi ışık olmuştur yaşadığı döneme, İranlı kadın şair. Furuğ’dan bahsedenler kadın vurgusunu özellikle yaparlar çünkü dönemin İran’ında pek çok şey gibi şair olmak da erkeklere mahsus bir iştir. 32 yıllık kısacık ömründe, ataerkil bir toplumun tüm baskılarına ve acı dolu bir ömre karşın başkaldırısından ve sanatından vazgeçmemiştir. Tam olarak bu sebeplerle Furuğ, kadınların asırlarca çektiği acıların sesi olmuştur ve aynı zamanda şair olmayı da birçoklarından daha iyi becermiştir.

1935’te içinde dünyaya geldiği aile ve mahalle, toplumsal gerçeklilerin küçük yaşlardan itibaren hayatını doldurmasına neden olmuştur. Babasının düzenli ordu mensubu olması çocuklarıyla olan ilişkilerinde de daha katı olmasına yol açtı, Furuğ toplumun ataerkilliğin yanında aile içinde de aynı baskıya misliyle maruz kalmıştır bu sebepten. Baskılar sonucunda eğitimine devam ettiği sıralarda çevresine ve ülkesindeki olaylara gözü kapalı kalmıştır. Bu gözü kapalılık ve baskıcı ortamdan kaçış yolu olarak Furuğ resim sanatına yönelmiştir. Ancak bunun da yeterli olmaması sonucu özellikle babaevinden kaçma isteğiyle, 1951’de dönemin aydınlarından Perviz Şapur ile evlendi. Fakat bu evlilik bir kurtuluşun aksine, babaevinin devamı niteliğindeydi. Bu evlilik sırasında ilk kitabı olan Tutsak yayınlandı, ardından ilk ve tek çocuğu olan Kamyar, 1953’te dünyaya geldi. Furuğ, bu dönemlerde kitaplarını yayınlatmak için sık sık yolculuk yapardı. Bu yolculuklar Furuğ’u yazınsal çevrenin çekimine iyice kaptırmıştı. Şiirlerinde kimsenin söz etmeye kolay kolay cesaret edemediği şekilde aşkı, cinsellik boyutlarıyla ele alıyordu. İşlediği konularla toplumun ve basının dikkatini üzerinde topluyordu. Bu sebepler evliliğinin bitimine kesinlik kazandırmıştı adeta. Lakin şeriat kanunlarına göre evlat babanındı ve Şapur, bu hakkını kullanmaktan çekinmedi. Furuğ şiir ve evlat arasında seçim yapmak zorunda bırakıldı, 1954’te boşandığı günden sonra bir daha oğlunu göremedi, öldüğü güne kadar evlat hasretiyle yaşadı. Boşanmış, basının reklam malzemesi haline getirdiği ve sırf şiirini özgürce yazmaya çalıştığı için “fahişe” yaftası vurduğu kadının, baba evinden kopması da kısa sürmedi. 1955 yılında yayınladığı “Günah” şiiri ile hayatı alt üst oldu diyebiliriz. Furuğ ailenin öğrettiği şekilde, “günah” olarak bahsetti aşk ve sevişmeden. Bunun yankıları babaevinin kapılarının ona tamamen kapanmasına yol açtı. Dizelerde “Tanrım ne yaptım ben” derken aslında ataerkil toplumun özellikle kadına yönelttiği çok yönlü baskının kendisinde yarattığı pişmanlığı yaşıyordu. Tüm bu baskılar ve savrulmalar arasında yorgun düşmüşken 1958 yılında en büyük aşkı olan İbrahim Golestan ile tanıştı. Furuğ, Golestan’la karşılaşmadan önce iki sene içerisinde iki kitap yayınlamıştır.

Golestan’ın sinemayla ilgisi, yazarlığı ve yaşadıkları çetrefilli aşk Furuğ’un şiirini derinden etkilemiştir ki sonraki beş sene içinde ancak bir kitap yazmıştır, tamamladığı son kitap olan “Tutsak” isimli bu kitap, bir minnet göstergesi olarak büyük aşkı Golestan’la ilgilidir. Furuğ Golestan’dan sonra daha gerçekçileşmiş ve derinleşmiştir diyebiliriz. Aynı zamanda yine Golestan etkisiyle sinemayla ilgilenmeye başlamıştı. 1962’de “Ev Karadır” isimli cüzzamlılarla ilgili filmiyle Oberhoussen Film Festivali büyük ödülünü aldı.

Son kitabını tamamlayamadan bir araba kazısıyla hayata gözlerini yumdu Furuğ. İçinde ilkokul çocuklarının taşındığı bir araca çarpmamak için direksiyonu kırmıştı. Evlat hasretiyle geçen hayatının, çocukları korumak için bitmesi trajiktir. Yine çocuğunu elinden alan mollalar, cenazesini yıkamayı kabul etmeği için ölümünden ancak iki gün sonra gömülebildi. Cenazesinde kar yağmıştı, kendi hayatına hüzün yağması gibi. Ölümünde bile hayatından izler taşımıştı Furuğ.

Ömrü boyunca toplumun kadının üstünde yarattığı ağırlıkla mücadele etti, çocuğundan, ailesinden ayrılmasına rağmen sanatından vazgeçmeyen, başkaldıran bir kadındı Furuğ. Coğrafyasının bütün kadınlarının acılarını dile getirdi, öyle şiir söyledi ki, en ustalardan daha usta bir “kadın şair” oldu, cinsellikten aştan acıdan bahsetmesiyle asırlarca susturulmuş bütün İran kadınlarının sesi olmuştu. Furuğ susturulmaya çalışılmış kadınlardan yalnızca biri fakat çoğumuzdan farklı olarak erkek hegemonyasına boyun eğmek yerine, kadınlığının doğasından gelen başkaldırıyı dinlemiştir.
Yazının başında da söylediğimiz gibi Furuğ’un kısa ömrü hepimize “Işık” oldu, ölümün bile söndüremediği bir ışık.

gecenin sonundan söz ediyorum ben
karanlığın sonundan
ve gecenin sonundan söz ediyorum ben

eğer evime gelirsen ey sevgili
bir lamba getir bana
ve küçük bir pencereki oradan
mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim

(Şiir Füruğ’un mezar taşında yazmaktadır.)