Hayyam Nişabur doğumludur. Çoğu kaynakta yaşadığı dönemin ünlü isimlerinden Nizamül-Mülk ve Hasan Sabbah ile aynı medresede eğitim gördüğü ve ikisiyle de hayatı boyunca ilişkisini hiç kesmediği yazılsa da bazı kaynaklarda bu durum inkar edilmiştir. Çadırcı anlamına gelen ‘’Hayyam’’ takma adını ailesinin Çadırcılık yapmasından almıştır. Geçmişte yaşamış birçok ünlünün aksine Ömer Hayyam’ın doğum tarihi günü gününe bilinmektedir. Bunun sebebi ise Ömer Hayyam’ın birçok konuda olduğu gibi takvim konusunda da uzman olması ve kendi doğum tarihini araştırıp tam olarak bulmasıdır. Eğitiminde çocukluğunun bir bölümünü Belh’te ardından da Nişabur bölgesindeki medresede eğitimine devam etmiştir. Amin Maalouf’un Semerkant kitabında da bahsi geçen bu üç önemli isim kimilerine göre kurgulanmış bir hikaye olsa da çoğu kaynak bunu doğrulamıştır. Fakat kesin olan durum Hayyam’ın zamanın İslam kültürüne dayalı ünlü bir medresenin ünlü bir hocasından eğitim aldığıdır. Eğitim hayatında sürekli mutlak kabullenmişlikleri reddetmiş aklın ve bilimin ışığı ile hareket etmiş, merak ettikçe cesurlaşmış ve dönemin hakim anlayışından ayrılarak kendine özgü bir anlayışla hareket etmiştir. İran’ın Selçuklu yönetiminde yaşayan Hayyam Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezmiş ve zamanın en önemli bilim merkezlerinden olan Bağdat’a da gitme fırsatı bulmuştur. Hayatı ve gördüklerini fazla sorgulamış ve kendi bulgularına bu sayede ulaşmıştır. Ayrıca Ömer Hayyam bilinen ilk ‘’Savaş Karşıtı Eylemci’’ olarak da çoğu kaynakta geçer.
Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka. Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka. Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye! Bir şey daha var, bütün yaptıklarından başka.
Tarihin belki de en aydınlık dönemini yaşayan İslam dünyasında (İslam’ın Altın Çağı) felsefenin hak ettiği ilgiyi gördüğü Orta Doğu kültürünün oluşmaya başladığı bir dönemde yaşayan düşünür, böylece nispeten yansız ve bilimsel bir öğrenim görmüş, felsefeyi günah saymayan bir İslam toplumu içinde özgürce felsefe ve bilim ile ilgilenmişti . Dünya Bilim Tarihi için de önemli bir yerde olan Hayyam, bilim alanında da zekasını tüm dünyaya kanıtlamıştır. Gökbilimci, matematikçi, filozof, bilim insanı, şair gibi sıfatlarla tanınan Ömer Hayyam, her ne kadar ölümünden sonra rubaileriyle ünlense de kendi zamanında bilim alanında çok verimli çalışmalar yapmıştır. Çok iyi bir matematikçi olan Hayyam 3. dereceden bilinmeyen denklemler ile ilgili yazdığı bir eserinde bilinmeyen rakamının yerine kendi dilince ‘’şey’’ anlamına gelen kelimeyi kullanmıştır daha sonra bu eseri diğer dillere çevrilirken İspanyolca’ya ‘’xay’’ olarak geçmiştir ve bu ‘’şey’’in ilk harfine indirgenerek ‘’x’’ olarak kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda binom açılımını ilk kullanan bilim insanıdır ve şu an okullarda Pascal üçgeni -İran’da Hayyam üçgeni olarak geçer- Fransız matematikçi Blaise Pascal’ın soyadı ile öğretilen matematik kavramı aslında Ömer Hayyam tarafından kurulmuştur . Yine Matematikte Öklid’in Paralel Postulatı’na alternatif üretmiş ve kendi adıyla anılan bu teoremle bunu açıklamaya çalışmıştır. Konik kesitlerin dairelerle kesişimini kullanarak kübik denklemlere çözümler üretmiş ve kübik denklemlerin düzlem mantığıyla çözülemeyeceğini o yıllarda ortaya koymuştur. Bu gerçek ondan sekiz asır sonra ispatlanmıştır. Cebirde daha da önemli çalışmalar yapan Ömer Hayyam, cebir ile ilgili çalışmalarını bir ders kitabı haline getirmiştir. Bu kitabında yüksek dereceli denklemlere çözümler üretmiştir. Matematikten pek de bağımsız olmayan astronomi alanında da önemli çalışmalar yapmış ve bunu takvim oluşturma başarısında kanıtlamıştır. Matematik becerisini burada da konuşturmuş, Miladi ve Hicri takvimlerden çok daha hassas olan Celali takvimini hazırlamıştır Bu takvim yıl içerisinde çok az hata vermiştir ayrıca Ömer Hayyam’ın kendisine özel yıldız haritası oluşturduğu da söylenir.
Her sabah yeni bir gün doğarken, bir gün de eksilir ömürden; her şafak bir hırsız gibidir,
elinde bir fenerle gelen.
Ömer Hayyam’ın kendi içinde yaptığı akıl yürütmeleri eşine az rastlanır bir edebi başarıyla dörtlükler yani rubailer halinde karşımıza çıkmıştır. İran edebiyatında ortaya çıkan, aruz vezniyle yazılmış ve uyak düzeni ‘’aaba’’ olan rubailerin tartışmasız bilinen en önemli ismi olan Hayyam, Tanrı, aşk, şarap, dünya, varoluş, toplum sıkıntıları, toplumsal örgütlenme biçimleri, hayat ve insana dair her konuda özgürce akıl yürütmüş ve asla sınır tanımamıştır. Rubailerinde sadece yaşadığı topluma ve döneme değinmemiş daha öncesi ve daha sonrasını da kağıda aktarmıştır. İnsan aklının düşünürken ona konan sınırlarından hoşnut olmayan Hayyam, insanı ve varoluşu bütün içtenliğiyle yeniden tanımlamıştır. Hayyam evreni anlamak ve yorumlamak için her ne kadar İslam’ın Altın Çağı olsa da, o kültür anlayışını bir kenara bıraktı ve kendi içinde harmanladığı her şeyi akıl süzgecinden geçirdi, eşine az rastlanır bir edebi başarıyı dörtlüklerine de yansıttı ve bu sebepten, çağının çok ötesinde “evrenselliğe” ulaşmıştır. Varoluşun metafiziğine dair esaslı meseleleri ele alan Hayyam, varlığa, hayata ve ölüme dair dikkate değer önermelerde rasyonalist bir yol izlemiştir. Rubailerinde sık sık ölümden bahsetse de uslübü sayesinde hiç iç karartıcı olmamıştır.
Hayyam her ne kadar ölümünden çok sonra rubaileriyle tanınsa da kendinden sonraki dönemin düşüncelerini, yazar ve şairlerini kısaca onu sonradan tanıyan her insanı değindiği konuları ve pervasızca eleştirileri sebebiyle etkilemiştir ve rehber edinebilir bir birey olarak görülmüştür. Batıda tanınmasına en çok hizmet eden İngiliz Şair Edward Fitzgerald ondan “Hayyam’ın sesinde temiz maden sesi var, onun felsefesi bu alçak dünyada bizi aldatmayan biricik felsefedir.” diye bahsetmiştir. Tanındıktan sonra büyük bir istekle ve merakla okunan Ömer Hayyam, hemen hemen tüm dillere çevriliyor ve bazı ülkeler Ömer Hayyam adına dernek ve kulüpler açarak onun adını yaşatıyor. Kendi eliyle yazdığı rubailere pek ulaşılamaması sebebiyle Ömer Hayyam’ın rubaileri yakınları sayesinde kulaktan kulağa aktarılarak geldiği ve bu nedenden dolayı her ne kadar Ömer Hayyam yazmamış olsa da Hayyam ruhuna sahip olan rubailere ulaşılmıştır. Bunun sebebi ise farklı dönemin yazarları, şairleri, düşünürleri onun kadar pervasızca yazamamışlar; yazsalar da yayınlayamamışlar veya inandırıcı olmaz gibi çekincelere kapılmışlardı. Bu sebeple yazdıklarını onun adına söylemişlerdi dolayısıyla Hayyam’ın rubailerinden ayırt edilememişlerdir.
“Titanik, 14 Nisan 1912 gecesi Yeni Dünya’nın denizlerine gömüldüğünde, en seçkin kurbanı bir kitap olmuştu…” bu sözler yazar Amin Maalouf’un 1988’de yayımlanan tarihi romanı Semerkant’ta geçiyor.
Sözü edilen kitap Hayyam’ın Rubaileri’ydi. Bu şiirlerin çok sayıda yazılı kopyası olsa da bu kitap yeganeydi. Maalouf’un romanında anlatılan da onun hikâyesiydi.
1900’lerin başında Londra’da iki ciltçi, George Sutcliffe ile Francis Sangorski eskiden kalma kitap ciltleme zanaatını yeniden canlandırmaya çalışıyor, ciltlerinde kullandıkları zengin desenlerle tanınıyorlardı. Henry Sotheran adlı kitapçı onlardan eşi benzeri olmayan bir kitap sipariş etmişti. Kitabın masrafı hiç önemli değildi. Dünyanın en muhteşem kitabını ortaya çıkarmaları için ciltçilere açık çek verilmişti.
İki yıllık yoğun çalışmanın ardından 1911’de tamamlanan kitapta Elihu Vedder’in resimleri eşliğinde Ömer Hayyam’ın rubailerinin İngilizce yorumları yer alıyordu. Kitap “Büyük Ömer” adının yanı sıra, ihtişamından dolayı “Muhteşem Kitap” adıyla da tanınır olmuştu.
Ön kapağında süslü üç tavus kuşu, arka kapakta ise Yunan sazı buzuki resmi işlenmiş olan kitapta, binden fazla yakut ve zümrüt gibi değerli taş, beş bin parça deri, gümüş, fildişi, abanoz ile 600 sayfalık 22 karat yaprak altın kullanılmıştı.
Sotheran kitapçısı bu kitabı New York’a göndermek istiyordu. Ama Amerikan gümrüğünün talep ettiği yüksek gümrük vergisini ödemeyi reddettiği için kitap İngiltere’ye geri döndü.
Bunun üzerine Gabriel Wells bir müzayedede kitabı 450 sterline satın aldı. Wells de kitabı Amerika’ya göndermek istiyordu. Ama ne yazık ki başvurulan gemi onu taşımayı kabul etmedi.
1912’de İngiltere’den Amerika’ya ilk seferini yapan Titanik’e başvuruldu. Kitap geminin kargosuna verildi. Ama gemi bir buz dağına çarpıp batınca kitap da onunla birlikte okyanusun derinliklerine gömüldü.
Ancak kitabın hikayesi Titanik’in batmasıyla sona ermedi. Birkaç hafta sonra kitabı hazırlayan iki kişiden biri olan Sangorski tuhaf bir biçimde boğularak öldü.
Diğerinin (Sutcliffe) yeğeni Stanley Bray ise kitabın ve Büyük Ömer’in anısını canlandırmaya kararlıydı. Sangorski’nin orijinal çizimlerini kullanarak altı yıllık bir çalışmanın ardından kitabın yeni bir kopyasını yapmayı başardı. Bu kitap korunmak üzere bir banka kasasına kondu.
Ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi uçaklarının Londra’yı bombalaması üzerine bu kitap da paramparça oldu.
Bray kolları yeniden sıvayarak yeni bir kopya hazırlamaya koyuldu. Aralıklarla 40 yıl süren bir çalışmanın ardından ürettiği olağanüstü yeni kopyayı British Library’ye (Britanya Kütüphanesi) ödünç verdi. Ölümünün ardından Bray’in vasiyeti üzerine kitap kütüphaneye bağışlandı. Bugün burada bu eseri görmek mümkün.
Ne mutlu düşündüğünü onun kadar rahat söyleyebilene…Hayyam’ın duygularını Türkiye’de bize en iyi aktaran çevirmenlerden olan Sabahattin Eyyüboğlu; Hayyam’ın Doğulu bir düşünce ve şiir adamı olmasına karşın , neden daha çok Batı’da gerçek değerini bulmuş sorusunun yanıtını kısaca şöyle açıklamıştır: “ Hayyam’ın Doğu’da filozof yanından çok şair yanıyla tanındığını, söylediğinden çok söyleyişiyle sevildiğini, yorumlamalarla gerçek Hayyam’ın aranmadığını söyleyebiliriz. Doğu ve Batı ayrılığı sanatçılar arasında değil toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlak arasında olmuştur. Kültür için Doğu-Batı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme imkanlarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır. Bizim yaşadığımız çağda Hayyam’ın da içinde bulunduğu kültürün, bir tek dünya kültürünün nefes alabildiği Batı’dır. Doğu’da ise kültür türlü sebeplerle içine kapanıp boğulmuş. Bu yüzden Hayyam Batı’da insan düşüncesinin gelişmesine yardım ederken Doğu’da ister istemez kapanıp körleşmesine yardım etmiş; aynı Hayyam Batı’da bir Devrimci, Doğu’da ise bir uyarıcı diye yorumlanmış. Bütün gerçek sanatçılar gibi, yani kendini aşan sanatçılar gibi, Hayyam’da bugün kültürün sığındığı, saygı gördüğü, geliştiği yerin, Batı’nın adamıdır.
Ne mutlu düşündüğünü onun kadar rahat söyleyebilene.
“Türkiye’deki ifade ve inanç özgürlüğü adına kaygılıyım.”
Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun,
Cennet-i âlâ meyhane midir?
Her mü’minine iki huri vereceğim diyorsun
Cennet-i âlâ kerhane midir?
Fazıl Say’ın 10 ay hapis cezası almasına sebep olan Ömer Hayyam rubaisi 1000 sene önce yazılmış, dizeler üzerinden Fazıl Say’a ceza verebilen hukuk sistemi de yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nde olabilir. Mahkeme, 10 ay hapis cezasına çarptırdığı Say hakkındaki hükmü, beş yıl süreyle erteledi.
Fazıl Say, karar sonrası yaptığı açıklamada, “Mahkeme sonucu çıkan karar için yurdum adına çok üzgünüm. İfade özgürlüğü açısından hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir suçum olmamasına rağmen ceza almış bulunmam şahsımdan çok, Türkiye’deki ifade ve inanç özgürlüğü adına kaygı vericidir.” dedi.