YIL 2060…
Dünya nüfusu: 9,5 milyar
İstanbul nüfusu: 45 milyon
Haliç deltasındaki biyoteknoloji laboratuvardaki bir cyborg ağzından:
Dünya’nın yönetimi, siyasilerle yaşanan mücadeleler sonucunda bilim merkezlerine geçti, yapay zeka kazanma yolunda ilerlemekte… İnsanlar artık bize robot türlerine (cyborg) alıştı, bizi sokakta gördüklerinde yadırgamıyorlar. Teknoloji oldukça gelişti, daha da hızlandı, her şey dijitalleşti.Bu tip gelişmeler olurken dünya sömürülmeye devam ediyordu. Buzullar hızla erimekte, buna paralel su seviyeleri yükselmekte. İnsanlar durumun gittikçe korkunç olduğunu söylüyorlar. Doğal çok az şey kaldı. İnsanlar bu olaylar çok hızlı geliştiğini ve bunu beklemediklerini söylüyorlardı. Afrika’da başta olmak üzere dünya üzerinde milyonlarca insan su kıtlığı yüzünden öldü. Ben su kullanmıyorum ama artık su da bana zarar veremiyor. Hava olayları da çok değişti, İstanbul hiç görmediği sıcaklıklara ulaştı ve bazen hiç beklenmedik anlarda kasırgalar kopuyor. Uçaklar düşüyor. Temiz suya ulaşmak çok zor. Tabii dünyada da burada da bir kısım insanlar yine bir yolunu buldu. Evlerine su depoları veya bizim laboratuvarlarda üretilen yapay sulardan ve su temizleyen robotlardan almaya başladılar şimdiden. Spor salonları, bazı büyük binalar su deposu olarak kullanılıyor ve insanlar, uçuk fiyatlar karşılığında buradan temiz suya ulaşıyor. Bizse bunu herkese sağlamak için hala uğraşıyoruz.
İstanbul demişken, nasıl mı hayat? Beklenen deprem oldu, yıkımı da, kaybı da çok oldu. Yenikapı, Maltepe, Kabataş dolguları da dahil dolgu alanların büyük bir kısmı doldu. Su intikamını almıştı. Miletli Thales’in dediği gibi “Her şeyin prensibi sudur; her şey sudan gelir ve tekrar suya döner.” Kanal İstanbul ve diğer mega projeler gerçekleşti. 6. Boğaz Köprüsü inşa ediliyor, dönemin teknolojisiyle 3 güne bitmesi bekleniyor. Kıyı ekosistemleri kendilerini yenileyemediğinden kıyılar oldukça kötü durumda, ekoloji bozuldu. İyi yerler yok mu var. Hala çözüm üretilebilir mi? Hala laboratuvarımızda çalışan bilim insanları, genetik mühendisleri, mikrobiyologlar, çevre mühendisleri, biyomedikal gibi pek çok biyoteknoloji uzmanları, çeşitli mühendisler var. Bizler de işlerin hızlanmasına yardımcı oluyoruz. Zamanında çok iyi işler çıkarıldı. AB ve üniversitelerin sağladığı fon ve yer sayesinde birçok araştırma yapıldı bu Haliç deltasında. Suların buralarda da yükselmesine rağmen binalar, suya dayanıklı kesimleri ve yüzen ekleri sayesinde hala dimdik ayakta. Bilinçli insanlar da kamusal merkez sayesinde arttı aslında, çocuklara workshoplar yapıldı, simülasyonlarla iklim değişikliği, susuzluk anlatıldı. İstanbul’un şanssızlığı önceki yapılan hatalardı. Ama insanın umudu hep var.
Michel Focault için “insan” var olmaya devam edip etmeyeceği meçhul bir varlıktır. İnsan aslında geleceği hiç düşünmeden, sadece geleceğini düşünen bir yaratık. Yeninin sürekli gözünü kör ettiği, sürekli tüketen… Dünya ise sürekli kendine adapte etmeye çalıştığı düzlemi… Şimdilik sadece dünya… Peki insan dünyanın sonunun gelmesine mi sebep oluyor? Büyük ölçüde… Tarımla başlayan üretimle, ormansızlaştırma, kentleşme ve sonunda makinelerin keşfiyle, kendi için, kendi sonunu hazırlıyor. İklimleri bozuyor, doğayı kirletiyor, ekolojik dengeyi bozuyor. Bu işten en çok kendinin zarar göreceğinin farkında değil. Farkında olanlar “sürdürülebilirlik” adı altında bir takım çalışmalar yapıyorlar. Bu da biraz kapitalizmin törpüsü aslında. Bir yandan yok ederken, bir yandan nasıl toparlarız için çalışmalar.
Şimdilerde çokça rastladığımız, haberlerde gördüğümüz, bizzat tanık olduğumuz küresel ısınma, %97 oranında bilim insanları tarafından kabul edilmiş durumda. Suyu, havayı, canlı türlerini, kendimizi, çocukları, doğayı, kısacası dünyayı tüketiyoruz…
Sonra da adına “teknoloji” dediğimiz, tüketimin belki de bir numaralı destekçisiyle, çareler arıyoruz. Bunu bilimle birleştirdiğimizde 21. yy’ın en büyük gücüyle karşılaşıyoruz: Biyoteknoloji. Peki ya nedir bu biyoteknoloji? Kabaca çeşitli mühendislik dallarıyla birlikte çalışan, DNA teknolojisiyle bitki, hayvan ve mikroorganizmaları geliştirmek, doğal olarak var olmayan veya ihtiyacımız kadar üretilemeyen yeni ve az bulunan maddeleri/ürünleri elde etmek için kullanılan teknolojilerin tümüdür. Temel bilim buluşlarını kısa sürede yararlı ticari ürünlere dönüştürebilmesiyle bir anlamda kendi talebini de yaratabilir. Bu yönüyle de diğer teknolojilerden ayrılır.
Peki doğayı tekrar kazanmanın yolu bir yanda onu yok eden teknolojiden mi geçmekte? Dünya’nın hala kurtulabilme şansı var mı? Teknolojideki bu ilerlemelerle insan aslında kritik bir noktaya ulaşmak üzere. Nükleer katliam gibi bilinen tehditlere ek olarak şimdilerde biyoteknolojik, nanoteknolojik gelişmeler, makine zekasını da geliştirerek bir yanda olumlu görünen, birçok tehlikeyi de ortaya çıkarıyorlar. İnsan yavaş yavaş, bu yavaşlık insanın evrimleşme hızının kat be kat üstü, posh human‘a mı dönüşüyor? Bu öngörülemeyen hız bizi nerelere götürecek?
Bir nokta açıktır: Dünyamız emin ellerde değildir. ‘Yeni dünya düzeni’ yeryüzünü ölüme mahkum etmiştir. (Peter F. Drucker)
* Başlık için Rivka Galchen’in romanı Atmosferik Rahatsızlıklar (Atmospheric Disturbances) tercih edilmiştir. Olay örgüsünün alakası olmamasıyla birlikte, bazı hissi-kurgusal bağlantılar etkili olmuştur. Kitap, insanın zihninin sınırsız yaratıcılığını, terapinin farklı açılımlarını ve gündelik hayatı delilikten ayıran o ince çizgiyi yoğun bir ironiyle inceliyor.