İçeriğe geç

Apolitizm Üzerine Değerlendirme

Toplum ve iktidar ilişkileri incelenmek istendiğinde bu iki kavram birbirinden soyutlanarak düşünülemez. Çünkü siyasetin zeminini bu kavramların dinamikleri oluşturur. Birbirlerine karşılıklı olarak nitelik atfederler. Organik biçimde birbirlerine kenetli olmalarından kaynaklı birindeki değişim diğerinde de mutlaka bir değişime neden olacaktır. Bu noktadan çıkışla, apolitimz olarak adlandırılan toplumsal fenomenin reel bir “siyasetsizlik hali” anlamına gelemeyeceğini içerisinde bulunduğumuz toplumsal ilişkiler perspektifinden anlayabiliriz. Apolitizmin bize siyasetsizlik olarak görünür kıldığı durum ise “bilinçli ya da bilinçsiz olarak siyasetten uzak kalma” durumudur. Bunun rastgele oluşabileceğini söylemek de doğru olmaz. Türkiye’deki bu gerçeklik on yıllar boyunca gelişen toplumsal ve siyasal dönüşümlerin doğrudan bir sonucudur. Dünyada halkların aristokrasiye, feodaliteye ve saltanata karşı göstermiş olduğu devrimci mücadelenin bir kazanımı olarak yurttaş, siyasete müdahale etme hakkını kendi ellerine almıştır. Peki yurttaş şimdi niye siyasete müdahale etmek istemiyor ya da edemiyor? Bu retorik sorunun cevabını aslında daha önce vermiştik, toplum ve iktidar arasındaki ilişkilerin tek kanaldan ilerlememesi yekpare bir cevap doğmamasına sebep olur. Dahası çok fazlı bir ilişkiler ağından söz etmek gerekir.

Yurttaşın siyasete müdahalesi kendisinin örgütlü gücünden ve sahip olduğu ilişkiler ağından geçer. Sadece AKP iktidarının değil, ondan önceki birçok iktidarın da yurttaşın siyaset yapma hakkını gasp etmek için yoğun çaba sarf ettiğini görebiliriz. İktidarın çıkarları yığınların çıkarlarıyla çeliştikçe ve bu çelişkiler dizisi derinleştikçe yurttaşların çıkarlarına ve haklarına karşı güdülen saldırılar gittikçe arttı ve bugünün gerçekliğinde cisimleşti. Bugün yığınların haklarını geri alabilecek ve daha fazlasını talep edebilecek olan kitlesel bir siyasetin kurulamamış olması bu toplumsal deformasyonla ilişkilidir. Bununla beraber apolitizme neden olan egemen ideolojiyi ve iktidar programını da bu değerlendirmeye katmak gerekir.

Türkiye’nin yakın tarihinde kamucu hamlelerin ve emekçilerin kazanımlarının uluslararası iş birliğiyle yerle bir edilmesi sermaye odaklarının sınır tanımaz sömürü çarklarını döndürmesine yol açtı. Bu neoliberal dönüşümler yurttaşların örgütsel birlikteliğini ve bu birliktelik sonucunda yarattığı siyaseti kademeli olarak ortadan kaldırdı. Kitlenin kendi içindeki bağı zayıflatıldı ve toplumsal karakter bireysel ilişkiler ağına kadar indirgendi. Böylece benmerkezcilik olabildiğince arttı ve kitlesel talep oluşturma güdüsü köreltildi, bunun için var olan kanallar ortadan kalktı. Sermayenin çıkarları açısından hem ekonomik hem de siyasi anlamda oldukça karlı olan bu dönüşüm emekçi yurttaşı ekonomik sefalete sürükledi. Sefalet düzeninde ayakta kalma çabası da yığınların kendi alternatifini yaratabilmesi gereken emeği yaratmasına imkân sağlamadı. Bu ortaya çıkan durumların yıllar boyunca gösterdiği kümülatif birikim kendisini bugün apolitzm kavramıyla tanıtmaktadır.

Anlaşılmalıdır ki, iktidar ve sermaye kompleksi bu hamleleri bilinçli olarak uygulamış ve başarıya ulaşmıştır. Kendisine rakip olarak gördüğü emeğin siyasetine karşı gösterdiği hamleler, emekçilerin mücadelesiyle savrulmaya çalışılsa da galip gelmiştir. Aynı amaçlarla hareket eden AKP iktidarı da bu kompleksin güncel temsilcisidir. Öyleyse bu çerçevedeki sıkışmışlığı aşabilmek için var olan tek olasılık yığınların çıkarlarını savunacak siyasal hattın tekrar kurulması ve güçlenmesidir. Bu bahsedilen siyasetin karakteri gereğince yine bunu yurttaşlar ancak kendileri başarabilecektir. Başarının yoluysa örgütlü mücadelenin kendisidir.