İçeriğe geç

AKP’nin Geçemediği Sınav: Üniversiteler

Siyasetin üniversitelere girip girmemesi gerektiği, bizce yanıtı net olsa da, hep bir tartışma konusu olmuştur. Bu sorunun cevabını ararken önce üniversitenin tanımını yapmakta fayda var. Üniversitelerde verilen eğitim salt bilgi aktarımından ibaret değildir(en azından olmamalıdır). Üniversiteler barındırdıkları disiplinlerin gelişimini hedefler. Yani sadece bilgi aktarımı amacıyla değil, mevcut olanın geliştirilmesi amacıyla ortaya çıkan kurumlardır. Bu özelliği üniversitelerin daima sorgulayıcı, eleştirel, aydınlanmacı ve ilerici bir karakter taşımasına neden olmuştur. Bu yapısal niteliği nedeniyle üniversitede mevcut durumu muhafaza etmenin, muhafazakârlığın yeri yoktur; daima ilerisi aranır. Sürekli ileriyi arama özelliğinin hiç bitmeyen bir dinamizm barındırması bir düzensizlik arzusunu akıllara getirse de aslolan düzen arayışıdır. Mevcut olanı daha ileriye götürmek amacıyla ona muhalefet etmek, muhalif olmak ise bu arayışın olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla ideolojilerden uzak bir üniversite talebi bizzat üniversitenin yapısına ters bir taleptir. Ayrıca bu talep mevcut durumdan duyulan memnuniyetin, memnuniyet duyulmasa bile en azından şikayetçi olmamanın bir ürünüdür ve bu da basbayağı ideolojik bir taleptir aslında. Tarif ettiğimiz karakteri nedeniyle her dönemde müdahale edilen(en azından edilmeye çalışılan) kurumlar olan üniversiteler, son yıllarda daha farklı saldırılarla karşı karşıya. Yazımızda bu farkı ortaya koyup neler yapılabileceği ile ilgili bir cevap arayacağız.

Elde ne var?

Üniversitelere devlet eliyle yapılan saldırılar kuşkusuz AKP döneminde başlamadı. Ancak AKP ile büyüyen bir kuşak olarak özellikle AKP dönemini incelemeyi daha verimli buluyoruz. Bu dönem boyunca AKP’nin üniversitelerde kendisinin birer özne olarak var olamadığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Yeri geldi polisi ve özel güvenlik birimleriyle kampüslerde terör estirdiler fakat üniversiteliler direnmeye devam etti. Rektör diye üniversitelere atadıkları kuklalar öğrencilere türlü zorluklar yaşattı, üniversiteliler gene vazgeçmedi. Yani ortada ne yapılırsa yapılsın bir fethedilememe durumu söz konusu. Yukarıda üniversitenin tanımını yapmıştık, bu tanıma göre üniversiteleri fethetmesi zaten düşünülemez. Öyle bir durumda ele geçirdiği yer zaten artık üniversite değildir. Her türlü aracı elinde bulunduran bir yapının ne yaparsa yapsın amacına ulaşamaması, birtakım taktiksel değişiklikleri beraberinde getirdi. Üniversiteleri ele geçirememesi, üniversitenin bizzat yapısına saldırmasına yol açtı. Ele geçirilemeyen yerin artık yozlaştırılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Geçtiğimiz dönemde yılların birikimine sahip akademisyenlerinin uydurma gerekçelerle bir gecede KHK’lar aracılığıyla görevlerinden uzaklaştırılmaları, bu saldırıların özünü daha kolay görmemizi sağlamakta. Ayrıca üniversite içindeki en önemli üretim noktalarından olan öğrenci kulüplerine çeşitli baskıların uygulanması, saldırının karakterini iyice anlamamıza yardımcı oluyor. Karanlık bir odada üniversite yönetimlerinin ve AKP genel başkanının toplanıp “Hadi, şu kulübü engelliyoruz.” diye karar aldıklarını iddia etmiyoruz elbette. Ancak 6 ortada çok yönlü şekilde saldıran bir ideoloji var. Örneklerle zenginleştirebiliriz; özellikle OHAL sonrası üniversitelerdeki sosyal-kültürel alanları yok etmeye yönelik uygulamaları, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan kayyum rektör atamaları ve sesini çıkaran öğrencilerin tutuklanmasını birlikte düşündüğümüz zaman bu ideolojik saldırının bütünlüklü karakterini net bir şekilde görmek zor olmayacaktır.

Ne yapmalı?

Saldırıların niteliğini ortaya koyduysak şimdi buna çözüm aramaya çalışabiliriz. Adını koyalım, üniversitenin özüne bu denli saldırılması aynı zamanda bir bütün olarak ilericiliğe ve aydınlanmacı düşünceye saldırılması demektir. Yani özellikle 24 Haziran seçimleri sonucunda devlet katından tasfiye edilen cumhuriyetten sonra sıra cumhuriyetin beslendiği kanallara gelmiştir. Yaşam alanlarına yapılan salPerspektif | Sayı 7 dırılara karşı göğüs germek kuşkusuz onurlu bir eylemdir. Fakat bu saldırıların niteliğini ortaya koymak, verilmesi gereken mücadele biçiminin anlaşılmasına da yardımcı olur. Şu durumuyla üniversitelerin kendi yerel ölçeklerindeki mevzileri tutmak, hiç olmadığı kadar önemli bir tavır haline gelmektedir. Ancak bu mevzileri tutarken “üniversiteli bir figür” olmaktan vazgeçmemek gerek. Diğer öğrencilerden, derslerinden, hayattan kopuk bir figür çevresindeki insanlara hiçbir şey vadedemez. Yani bireyci olmamamız birey olabilmeyi önemsemediğimiz anlamına gelmemeli. Fakat en nihayetinde örgütlü cehaletle örgütlü bir şekilde mücadele etmek gerekir. Bizimle aynı kaygıları taşıyan, üniversite kültürünü korumak isteyen üniversite öğrencilerini okullarındaki fikir kulüplerinde örgütlenip mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.•