İçeriğe geç

Türkan Geldi, Türkan Kaldı

Bir kadın; erkek egemenliğine göğüs germiş, hayallerinin peşinden gitmiş, “Olmaz, yapılmaz!” denilen şeyleri başarmış başarılı bir hekim o… Her şeyden öte hayallerine sıkı sıkıya tutunmuş bir kadın!

Türkan Saylan ile ilgili çok fazla şey yazılıp çizilebilir: Eğitimiyle ilgili, yaşamıyla, nasıl biri olduğuyla ilgili, başarılarıyla, baş etmek “zorunda” olduğu sorunlarla ilgili. Ama ben, beni en çok etkileyen yönünü sizlerle paylaşmak istiyorum; “erkekliğe” karşı duruşunu!

Cüzzamlı insanlara hayat veren bu kadın, kendi kişisel yaşantısında nasıldı? İlkeleri, sınırları var mıydı? Kendinden ödün verir miydi karşısındaki üzülmesin diye? Ayşe Kulin’in “Türkan Tek ve Tek Başına” adlı romanında Türkan Hanım, can dostum dediği Gök in Hanım’a bir mektubunda; çok yakın olduğu bir erkek arkadaşının ona karşı boş olmadığını ama hal ve tavırlarından dolayı onunla bir gelecek düşünemeyeceğini direkt olarak dile getirmese de onu kastettiğini anlayabiliyoruz. Nedir bu hal tavır peki? Arkadaşının iyi bir insan olduğunu düşünmesiyle birlikte onun dünyaya bakış açısını kendisine uygun bulmadığını söyleyebiliriz. Çünkü ona göre hiçbir erkek daha doğrusu hiçbir insan ondan, kendinden ödün vermesini isteyemez; sırf ona aykırı diye kendi tavırlarını, giyinişini değiştiremez hatta mesleğinden vazgeçemezdi… Onun için iyi ve başarılı bir hekim olmak cinsiyetle alakalı değildi. Bir erkek onu sırf bir kadın olduğu için ezemez, nazik (kırılgan) göremez. Kadın oluşundan yola çıkarak narin varlık olduğunu iddia edemez. Buna dayanarak da hekim olamayacağını savunamazdı. Bu düşünce Türkan Saylan için her zaman çağ dışı olmuş, gerçek olmasının ihtimali dahi düşünülemezdi.

Kadın demek zayıflık demek değildi. Kadın demek sadece kadın demekti.

Erkek egemen bir toplumda ve fazlasıyla muhafazakâr bir ailede yetişmesine rağmen Türkan Saylan çağının çok ötesinde bir cesarete ve düşünce yapısına sahipti. Yetiştiği toplumda, şu anda bizim hala maruz kaldığımız şekliyle, kadın demek; anne demek, evde oturan, çalışamayan çünkü ça lışaca k güçte ve vasıf ta olmayan, yemek yapmayı, örgü örmeyi, ütü yapmayı ve bilumum ev işini layığıyla yapabilmesi demekti. Eğer bir kadın bunları yap(a)mıyorsa ayıplanır, olması gerektiği gibi olmadığı iddia edilirdi…

Diğer hekimlerin yüzlerini çevirdiği veya gitmeye tenezzül bile etmedikleri cüzzamlı hastaların kaldığı koğuşlarda geçti yaşamının bir bölümü Türkan Hocanın ve “İyi ki sırtımı dönmemişim o insanlara.” diyebilmişti hep. Ona göre hekim olacaksa bunu en iyi ve en doğru biçimde yapmalıydı; hasta ayırt etmeden, insanların onu geriye çeken yorumlarına ve yıkılmamış semsert olan tabularına aldırış etmeden. Sadece dümdüz emin adımlarla ilerledi yolunda…

Yalnız arkadaşları, hocaları karşı değildi Türkan Saylan’ın bu kendini bilmez(!) cesaretine ve cüretine! Aşık olduğu ve çocuklarının babası olan adam da içindeki ataerkiye yenik düşmüştü zamanla… Başlarda her şey çok güzel giderken yavaş yavaş sorunlar (toplumsal nitelikte) yüz göstermiş; Türkan Saylan’ın giyim kuşamından tutun da konuşacağı şeylere, nerde nasıl konuşacağına kadar her şeye karışır olmuştu. Giydiklerinin abartı, bir kadına daha doğrusu “evli bir kadına” yakışmadığını, elalemin arkasından ne diyeceğini hiç düşünmediğini, eve geç saatlerde geldiğini ve kadının “öncelikli ” va zifesi olan anneliği yapmadığını (yapamadığını), bir kadına doktorluk mesleğinin “fazla” olduğunu söylemeye başlamıştı, hele ki bu kadın evli ve çocukluysa! Vay haline! Bir süre bu böyle devam etmiş ve artık katlanılamayacak seviyeye ulaştığında bir seçim yapmak zorunda kalmış Türkan Saylan: Uğruna ömrünü verdiği hayalleri ve hastaları mı yoksa “ kocasının” (eşi demememin sebebi koca kelimesine vurgu yapmak) emrinde, onun sözünden çıkamayan bir kadın -köle olmakmı?

Bunları düşünürken eşinden fazlasıyla psikolojik baskı gördüğünü de kitapta dile getirmiştir. Sonunda Türkan Saylan kararını vermişti ve ileride çocuklarının da onunla gurur duyacağını düşünmüştü böyle bir seçim yaptığı için. Annelerini güçsüz ve sadece evde oturan, hiçbir şey üretmeyen biri olarak bilmeleri ve arkadaşlarına öyle tanıtmaları çok korkunç bir senaryo gibi gelmiş Türkan Hoca’ya. Bu yüzdendir ki “idealist” kimliğinden ödün vermeyerek mesleğini seçmiş, bir süre sonra da eşinden boşanmıştır. Tahmin ettiği gibi de olmuş; çocukları onunla hep gurur duymuş ve hep onu örnek almışlardır, tıpkı bizim şu an aldığımız gibi…

Bir kadın var!

Bir kadın yok!

O hepimizin bir parçası; bizler hayallerimize bağlı kaldığımız ve onları cinsiyetimize göre şek illendirmediğimiz sürece hepimizin içinde bir Türkan Saylan var!

Bizler çok kadınız! Güçlüyüz ve kim ne derse desin, ister hükümet kahkahalarımızdan rahatsız olsun, ister vücudumuzdan tahrik oldukları için saçma/sapıkça hareketlerde ve ithamlarda bulunsunlar, asla pes etmeyeceğiz! Kadınsız devrim olmaz, bu dünyayı hep beraber cinsiyet gözetmek sizin inşa edeceğiz yeniden; yeter ki birbirimizin elini bırakmayalım, başkasının mücadelesi deyip geçmeyelim. Bu hepimizin mücadelesi!

Başka bir dünya mümkün; hep birlikte!