İçeriğe geç

Toplum Sözleşmesi

Bebeklikten çıkıp çocukluk dönemine girdiğimizde “birey” kavramını algılamaya başlarız. Erken çocukluk döneminden okul çağı dönemine geçerken de bu bireylerin “aile” kavramını oluşturduğunu fark ederiz. Hatırlayacak olursanız Hayat Bilgisi dersinin ilk konusu, ailelerin yapı taşını oluşturduğu “toplum”dur. Araya biraz zaman girdikten sonra çoğumuz, felsefe ile tanışınca toplumun oluşum şeklini, koşullarını, sebebini sorgular. Bu sorgulayışın sebebi, belki zaten sorgulama aşamasına kadar yerine getirilen toplumsal sorumlulukların artması belki de felsefeye duyulan meraktır. Beni bu konuyu incelemeye iten başat iki sebep buydu. “Toplum Sözleşmesi” deyince akla gelen ilk isim Jean Jacques Rousseau’dur. Bu konu üzerine onlarca tez yazmış, konferans vermiş ve düşüncelerini çeşitli eserlerde toplamıştır. Ben de bu konuyu çeşitli yönleriyle ele alıp incelemek istedim.

Öncelikle toplumların nasıl oluştuğu üzerinde durmak gerekir. Toplum kavramı insanların varoluşuyla beraber doğal bir oluşum biçimi içerisindedir. İlk insanlar arasında doğal seçilim sürerken; yani güçlü olanın hayatta kaldığı zayıf olanın öldüğü doğanın düzeni içerisinde insanlar kendi varlıkları dışında farklı alanlarda kabiliyetli türdeşlerini fark edince, doğaya olan adaptasyonlarını ve hayatta kalma şanslarını arttırmak için bir arada yaşamaya başladılar. Bu doğaya karşı ilkel koşullarda güçlerini birleştirmeden başka bir şey değildir. Bu noktada bir sözleşmeden bahsedilemez. Ne zaman ki insanoğlu kendini geliştirmeye başlamıştır, mülkiyet kavramı oluşmuştur ve doğaya karşı verilen savaş insanların birbiriyle olan savaşına göre ikinci planda kalmıştır, işte o zaman “toplum sözleşmesi” insanoğlunun hayatına girmiştir. Aslında bu kavramı hayatımıza sokan asıl soru şudur: “Her bir ferdin kişiliğini ve mülkiyetini müşterek güçle koruyup savunan ve bu birleşimde her kişinin yalnızca kendine itaat ettiği bir ortaklık biçimi nasıl bulunabilir?” Tarihsel işleyişte bu soruya, “Her birimiz kendi kişiliğimizi ve gücümüzü genel iradenin yüce yönetimine eşit biçimde veriyor ve her bir azayı da bütünün bölünmez parçası olarak gövdeye kabul ediyoruz.” cevabı verilmiş ve bir araya gelinmiştir. Bütün herkesin birleşmesiyle oluşan bu kamusal kişilik “siyasal gövde” adını alır, aktif durumdayken “egemen merci” diye adlandırılır. Ortaklar ise topyekün “halk” adını almakta olup, egemen otoriteye katıldıklarında “yurttaş”, devletin yasalarına itaat etmeleri durumunda ise “tebaa” adını alırlar. Toplum sözleşmesiyle birlikte, ilkel halden medeniyete geçiş insanı içgüdüleriyle hareket eden gelişmiş bir hayvan tanımından, davranışlarına adalet ve ahlakı katan zeki bir varlık tanımına götürmüştür. Keza bu durum, toplum sözleşmesiyle hayatımıza giren kavramlardan da anlaşılacağı üzere siyaset ve ahlak felsefesinin oluşmasını sağlamıştır. Temel sözleşme doğal eşitliği bozmaktansa doğanın insanlar arasında yerleştirdiği fiziksel eşitsizlik yerine ahlaki ve meşru bir eşitliliği yerleştirir ve böylece insanlar güç ya da zeka bakımından olmasalar da hukuk ve etik açısından eşit olurlar. Lakin kötü yönetimler altında bu eşitlik yalnızca kağıt üzerinde kalır ve aldatıcıdır. Bu yönetimler yoksulu, kedi sefaleti içinde zengini de gasp ettikleri içinde tutmaya yarar tıpkı bizim ülkemizdeki ve dünyanın birçok yerindeki yönetimler gibi. Yönetimlerin giderek yozlaşması ise içinde bulunduğumuz sistemin bir getirisi olarak sayfalarca incelenmesi gereken ayrı bir konudur.

Toplum sözleşmesiyle varlık kazanan siyasal gövde yasama yoluyla hareket ve irade kazanır. Hakları görevlerle birleştirmek ve adaleti sağlamak için yasa ve anlaşmalar gereklidir. Peki yasa nedir? Kabaca yasa sivil işbirliğinin koşullarıdır. Yasalara tabi halk bu yasaların yaratıcısı olmalıdır. Bu nasıl gerçekleşir? Halk kendi başına bırakıldığında daima iyiyi ister ama bu iyinin ne olduğunu her zaman kendiliğinden göremez. Kişilerin iradelerini akıllarıyla uyumlu kılmaya mecbur etmek, kamuya istediği şeyi tanımayı öğretmek gerekir. En sağlıklı yasa koyucu toplam böyle elde edilir. Pekiştirmek gerekirse ülkemizdeki yönetimin kötü olması, yönetim şeklinin sonucu olarak yasa koyucuları seçen halkın bu seçimi yaparken istediği şeyi net tanımayan ve çoğu zaman iradelerini mantıklarından ziyade sadece duygu sömürüsüne kapılarak seçmeleridir. Örneğin, eğitim sisteminin başarısını değerlendirirken uluslararası alanda geçerli ve başarılı tez sayısı yerine ülkedeki üniversite sayısının kriter gören, artan ders sayısını eğitimde gelişme olarak değerlendiren halbuki bu derslerin temel bilimler yerine din dersleri olduğu ayrımını yapamayan seçmenler…

Büyük bir binayı yükseltmeden önce ağırlığını taşıyıp taşıyamayacağını görmek için mimarın zemini incelemesi gibi, kurucuların da yasaları kaleme almadan önce bu yasaların uygulanacağı halkın bunları taşımaya elverişli olup olmadığını incelemesi gerekir. Herhangi bir köken, çıkar ya da anlaşma bağıyla önceden bağlı olan, komşularının kavgalarına karışmayan ama bunlara direnebilen ya da gerekli gördüğünde birini püskürtmek için diğer halka yardım edebilen, her bir üyesi kendi kapasitesi kadar yük taşıyan, ne zengin ne fakir olup kendi yağında kavrulabilen bir halk yasamaya uygundur. Yasama işinin zor kısmı kurulması gerekenden ziyade yok edilmesi gerekeni tespit etmektir. Her yasama sisteminin amacı özgürlük ve eşitliktir. Buradaki eşitlik kavramını biraz açmak gerekmektedir. Genelde insanlar ‘eşitlik’ denilince güç ve zenginlik seviyesinin aynı olmasını anlar halbuki eşit bir sistemde güç, her türlü şiddetin dışında sadece mevki ve yasalarla uygulanabilir vaziyette olmalıdır. Zenginlik kavramı ise hiçbir yurttaşın bir başkasını satın alabilecek kadar varlıklı, kimsenin de kendini satmaya mecbur kalacak kadar yoksul olmamasıdır. Burada bahsedilen kişi satın alma durumunu ilk çağlardaki kölelik gibi düşünmek, bu konuyu sadece 19. yüzyıl koşullarına göre ele almak olur. Günümüzdeki yönetimlerin yasalarında, işçi sınıfının sendika ve işverene karşı koruyucu hakları o kadar azaltılmış durumdadır ki artı emek işçileri köleden farksız kılmaktadır. Şayet bundandır ki 21. yüzyılda yaşamamıza rağmen birçok işçi eylemi- misal güncel bir eylem olan İstanbul 3. Havaalanı işçilerinin eylemi– “köle değiliz” sloganı çıkışlıdır. Eğer dayanaklı bir devlet kurulmak isteniyorsa uç kademeler mümkün olduğunca birbirine yakınlaştırılmalıdır. Kapitalist sistem insanların özgürlüğe olan zaafından beslenirken her zaman eşitliği yok etme eğilimi içerisindedir. Bu yüzden yasama gücü her zaman eşitliği sağlama ve koruma kaygısı içinde olmalıdır. Özel çıkarlara odaklanarak yasaların yönetim tarafından suistimali ve böylelikle yasa koyucuların yozlaşması, devletin özden bozulmasına sebep olarak her türlü reformu uygulamayı imkansız boyuta taşır. İşte bu yüzden en güçlü ve en iyi yönetime sahip devlet ancak toprağın eşit şekilde iskan edildiği, her yana aynı hakların taşındığı ve her bir toprak parçasına aynı bolluğun ve yaşam standardının götürüldüğü yönetimlerde olur. “Şehir surlarının kırsal kesimdeki evlerin kalıntılarından yapıldığını unutmayın. Başkentte gördüğüm her sarayla bütün bir ülkenin viraneye çevrildiğini görür gibi oluyorum.” demiştir, Jean Jacques Rousseau. Yüzyıllar önce söylenen bu sözün günümüz Türkiyesi için son derece geçerli olduğunu görmek ne acı… İstanbul’un en gözde semtlerinin, gökdelenler, işyerleri, alışveriş merkezleri ile donatılmış, hemen iki arka sokağında en büyük gecekondular, öğrenci evleri ve virane sokaklar mevcuttur misal Levent gibi… Ülkede hiç yokmuş gibi yenisi inşa edilen ve daha da yenilerinin inşası düşünülen saraylardan söz etmiyorum bile; üstelik bu saraydaki bir bardak asgari ücretin yaklaşık iki katı, sarayın bir halısı ise 600 öğretmen maaşına denk. İnsanların ilk benlik algısından ideal devlet yönetim şekline uzanan bu yazının yolculuğuna eşlik eden her okurun aklında umarım kendi yönetiliş biçiminin doğruluğu, adaleti ve ideale yakınlığı üzerine soru işareti kalmıştır; şayet en büyük reformlar, sistemler, devrimler, tezler, bugün bizi medenileştiren her yenilik ilk soru işareti ve sorgulama sayesinde oluşmuştur. Peki soruyorum size; içinde bulunduğunuz yönetim ve getirileri buysa, sözleşmeye var mısınız?•


Kaynakça:

Toplum Sözleşmesi
Jean Jacques Rousseau