Günümüzde, dünyanın dört bir yanından, ateistinden müslümanına, hristiyanından budistine, kadınından çocuğuna aslında dünya görüşü ve hayata bakış açısı birbirinden çok farklı olsa da kitleleri ortak zevkleri çevresinde bir araya toplayabilmiş, kurulduğu 60’lı yılların ikinci yarısından günümüze ulaşmış ve geleceğede ışık tutacak; dünyayı sarsmış ve hala da sallayan efsanevi bir İngiliz müzik topluluğunun adıdır Pink Floyd. Bu yazıda kendilerinin eşsiz müzik anlayışından, ortaya çıkış hikayesinden kısacası onları Pink Floyd yapan şeylerden biraz biraz bahsetmeye çalışacağım.
Müzikleri Sihirli mi?
Yaptıkları işe kendini adamış bu büyülü topluluğun sanılanın aksine sihirli bir formülü yok. İlk etapta grubun “ışıldayan çılgın elmas” olarakta bilinen solist ve gitaristi Syd Barrett çeşitli uyuşturucu maddeler etkisinde yani o dönem biraz da popüler olan -ülkenin bulunduğu bunalım ve buhrandan kaynaklı- saykodelik rock yani psikoaktif maddelerin etkisinde rock müzik icra etmiş ve gerçekten de başarılı eserler vermiş böylece grup kısa zamanda büyük bir hayran kitlesine sahip olmuştur. Fakat ne yazıktır ki grubun müzik anlayışının temelini atan Syd zamanla kullandığı uyuşturucuların zararını görmüş, en verimli çağlarında çıldırmaya başlamış,aklını yitirmiştir. Caz akorlarını rock müziğe uyarlayan Syd bu süreç zarfında sahnede gösteri boyunca tek bir akor basmakla yetinmiş,bunun üzerine topluluğun ortak arkadaşı, bir müzik dehası, David Gilmour gruba ikinci gitarist ve vokal olarak dahil olmuş fakat Syd Barret’in ruh sağlığını korumasına ve tüm çabalara rağmen müzik hayatına devam etmesine muvaffak olamamıştır.
Yeni bir lider ve Pink Floyd ruhunun doğuşu
Grubun isim babası Syd Barrett’in ruh sağlığını yitirmesiyle topluluktan ayrılmış müzik yaşamına son noktayı koymuştur. Yerinde artık vokal ve gitar çalışıyla çok daha yetenekli bir kişi “Gilmour” vardır. Fakat Gilmour liderlik vasfına sahip değildi, bunun üzerine kendi ifadesiyle grup üyelerinin bir adım geriye çekilmesiyle, bas gitarist Roger Waters grubun yeni lideri ve söz yazarı(hemen hemen tüm şarkıların sözlerini) oluvermişti. Roger Waters’in liderliği ele alışı Pink Floyd için bir milat olacaktı. Protest kişiliği öne çıkan ve bir insan için çok ağır deneyimleri çocukken yaşayan Roger Waters bambaşka bir insandı. Henüz bir bebekken babası Fletcher Waters’ı 2.Cihan Harbinde kaybetmiş, zor bir çocukluk ve okul hayatı bunu izlemişti. Waters’ın liderliği ele almasıyla topluluk yeniden birleşmiş ve uygun kişilerin uygun zamanda bir araya gelmesiyle müthiş bir harmoni ortaya çıkmıştır. Dark Side of The Moon adlı albümün sözlerini yazan Waters zaman,para,boşvermişlik gibi kavramlar üzerine felsefi bir tutumla yaklaşarak oldukça başarılı bir çalışmaya imza atmış ve tam 740 hafta listenin zirvesindeki yerini koruyacak, 45 milyondan fazla satışı yapılacak efsanevi bir konsept progresif rock albümü yaratmıştır. Bu albüm Pink Floyd’un takip edecek albümlerine de örgüsel anlamda bir rehberlik yapacaktır çünkü grup saykodelik tarzdan sıyrılmış ve kendi tarzını keşfetmiştir. Kısa süre sonra grup yine Waters’in önderliğinde wish you were here ve animals gibi birbirinden farklı konuları ele alan iki albüm yayınlayacaktır. Wish you were here Syd Barret’in anısına yapılmış bir albümdür hatta Syd albümün kayıtları esnadında stüdyoya gelir fakat diğer üyeler onu tanıyamaz çünkü Syd kilo almış ve saçlarını kazıtmıştır. Wish you were here albümü David Gilmour ve Rick Wright’in rüştünü ispat ettiği müziksel açıdan oldukça başarılı ve duygu yoğunluğu yüksek bir çalışmadır. Animals albümünde ise Waters’ın öfkesi, protest kişiliği kendini yavaş yavaş belli eder albümde sisteme, kapital düzene, beyaz saraya, militarizme yönelik ustaca eleştiriler vardır. Waters insanları koyunlarla,silahlı güçleri köpeğe ve nihayetinde sermaye pardonlarını da domuzlara benzetir;öyle ki bu albümün turnesinde domuz şeklinde bir balonun seyirciler üzerinde uçması da unutulmaz Pink Floyd envanterlerimden biri olarak tarihe geçecektir.
The Wall ve son darbe
Roger Waters, Animals albümü turnesindeyken bir hayranıyla tartışma yaşar ve bunun üzerine aramıza duvar ördüreceğim diye bağırır,bu olay onun için büyük bir ilham olacak ve böylece sinemada yayınlanacak olan Duvar albümü ortaya çıkacaktır. The Wall albümünde “Pink” isimli bir karakterin hayatı konu alınacaktır. Pinkin hayatı pek çok yönüyle Roger Waters’in hayatına benzer ve bir miktar Syd Barrett çağrışımı yapar. Pink tıpkı Roger gibi 2. Dünya savaşında babasını kaybeder ve babasından geriye kalan tek bir fotoğrafa bakarak derin bir öfke ve hüzün duyar, daha sonra okula başlayacak ve tek tip insan yetiştiren adeta bir kıyma makinesi prensibiyle insan yontmaya çalışan eğitim sisteminin kurbanı olacaktır. Bu noktalarda eğitim sistemine ve öğretmenlere çok akıllıca eleştiriler vardır. Yine albümde yer alan Mother adlı parçada annesinin Pinkin hayatını kontrol altına alması ve onun etrafına bir duvar örmesi konu alınır, annenin aşırı korumacı tavrı ve baskısı Pinkin geleceğini olumsuz yönde etkileyecek kendi ayakları üzerinde durmasını imkansızlaştıracaktır. Ardından kahramanımız uyuşturucu, alkol, fuhuş bataklığına saplanacak ve hayatı kararacaktır attığı her bir adım onun duvarına bir tuğla daha eklemesiyle sonuçlanacak yalnızlığı ve korkusu artacaktır. Albümün turnesinde yer alan sahne şovları dünyada bir ilk niteliğindedir, yerinden oynatabilen ve üzerine görüntü yansıtılabilen bir duvar sahnede grupla boy gösterecek ve zamanla yükselecek müzisyenler görünmez hale gelecektir. Pink Floyd o yıllarda ünlenen rock’n roll müzik kültürüne de akıllıca bir eleştiri yöneltir ve o tarz müziğin basitliğini daha belirgin göstermek için kendileri de bir rocknroll parçası besteler ve albüme koyar ayrıca çok revaçta olan çıplak dansçılar Pink Floyd şovlarında bu parça hariç hiçbir yerde kullanılmaz.
Dünyayı sarsmakta olan Pink Floyd:Duvar gösterileri grup üyelerinin aralarının açılmasına neden olur. Roger Waters ve David Gilmour asla ortak bir noktada anlaşamaz ve müzik yapmak onlar için yavaş yavaş bir çile halini alır. Küçük kavgalar ve duygusal kopuş The Wall albümünün yapımı esnadında yaşanır. Ardından ipleri iyice eline alan Roger Waters The Final Cut albümünü çıkarmak ister bu albüm The Wall’ın devamı niteliğinde olacaktır fakat yapım esnasındayken grubun klavyecisi Rick Wright gruptan ayrılır ve bu yüzden albüm müzik olarak diğer Floyd albümlerinden çok daha zayıf olacaktır albümün çıkmasının ardından Roger Waters Pink Floyd’un dağıldığını açıklar.
Sonra ne oldu?
Fakat David Gilmour böyle düşünmemektedir ve mahkemeye başvurarak Pink Floyd’u devam ettirme hakkını elde eder. Bunun üzerine Rick Wright gruba geri döner ve grup Roger Waters’in yokluğunda birkaç çalışmaya daha imza atar fakat birlik olmayınca eski ruh ve tat yoktur 1994 yılında Floyd son konserini verir ve bundan sonra 2005 yılına kadar konser vermeyecektir. 2005 yılında Pink Floyd Afrika’ya yardım amacıyla Live 8 yardım konserlerine tam kadro katılır üyeler artık birer dededir Roger Waters’in yıllar sonra diğer üyelerle bir araya gelmesi hayranları ve kendisini çok duygulandırır bununla beraber Pink Floyd geri dönüyor gibi söylentilere yol açar ve de büyük heyecan yaratır galeyana gelen hayranları David Gilmour yanıtlar ve son noktayı koyar: her şey güzeldi fakat Pink Floyd sona erdi. Böylece Gilmour hayranların hevesini kursağında bırakır fakat yine de hayranlara unutulmaz bir an yaşatır 2006 2007 yıllarında Gilmourun Pink Floyd’un gitarı ve sesi adı altında kampanyası yapılan konserlere çıkar ve Rick Wright ona eşlik eder. Grubun önemli ismi Rick Wright 2008 de kanserden vefat eder ve Gilmour cephesi sessizliğe bürünür.Bundan sonra Gilmour istirahate çekilir ve ortalıkta pek görünmez Waters ise konserlerine devam eder. 2014 yılında Pink Floyd “The Endless River” adlı bir şarkı hariç enstrümantal bir albüm yayınlar albümde David Gilmour ve Grubun emektar davulcusu Nick Mason yer almaktadır.
Pink Floyd: Direnişin Ruhu
Bu bölümde daha öznel noktalara değinmek isteyeceğim. Pink Floyd ile ilk tanışmam babam sayesinde oldu onun cd’lerini karıştırırken bulduğum dark Side of The moon albümün emsalsiz tasarımı çocuk aklımda yer etti ve sesini bile duymadığım bu adamlar hafızamda bir yer edinmiş oldu. Daha sonra babam ve babamın bir arkadaşı sayesinde daha detaylı inceleme fırsatım oldu ve bu harika bir deneyimdi müziğin tadına varmama müzikle içli dışlı olmama bu topluluk vesile olmuştu. Hiç unutmam lisede birgün edebiyat öğretmenimiz ünlü birine mektup yazmamızı istemişti bende Roger’a yazmış onu övmüş ve Türkiye’ye davet etmiştim ne tesadüftür ki o yıl geleceği tuttu ve The Wall turnesinin son ayağında Türkiye’ye hem de İTÜ ye gelme kararı aldı. Yıl 2013 tarih 4 ağustos yer İTÜ Stadyumu’nu ünlüsüyle, kadını ve çocuğuyla 30.000 kişilik bir güruh İTÜ Stadyumu’nu tıklım tıklım doluydu o gün babamla oradaydım ve stadyum yıkılacak gibiydi adeta Roger sahneye çıkmadan john Lennon dan imagine ve bob dylanın bazı parçaları çaldı. Ardından ‘Her Yer Taksim Her Yer Direniş’ sloganlarıyla yer gök inledi tabiri caizse ayin gibi bir şeydi Roger sahneye çıktı bir alkış koptu sahne şovu takdire şayandı her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve mükemmel ayarlanmıştı Roger Waters mother isimli parçasında Türkçe “bu şarkı tüm devlet terörü kurbanlarına” desi ve Türk milletine bir sürpriz yaptı gezi parkı olaylarında hayatını kaybedenlerin fotoğraflarını duvara yansıttı bu oldukça duyarlı bir davranıştı ve büyük beğeni topladı Roger farkını göstermişti konser bitiminde hepimiz ağlıyorduk…
Eğer şansınız olursa bu şova mutlaka gitmenizi en azından konseri yada albümü internetten izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum okuduğunuz için teşekkür ederim.