1911 yılının net bilinmeyen bir gününde, Adana’da seyyar posta memuru Hüseyin Avni Bey’in karısı Rabia Hanım, bir oğlan çocuk dünyaya getirdi. Daha önce doğan erkek kardeşleri yaşamadığından Mustafa İnan’a özel herhangi bir hazırlık yapılmadı. Bu yüzden komşuların getirdiği hediyeler ile kundaklandı.
Mustafa İnan’ın ailesinin ekonomik durumu iyi değildi zaten Mustafa’nın doğumundan kısa bir süre sonra Sevr Antlaşması uyarınca Fransızlar Adana’yı kuşatmıştı ve orada yaşayan halk genel bir kıtlık içerisindeydi. Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla Konya’ya ailesi ile göç etti. Konya’da Şehit Muhtar Bey mektebine gönderilen Mustafa Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesi ile Adana’ya geri döndü, ilkokul ve ortaokul eğitimini tamamladı. Leyli Meccani (parasız yatılı) sınavını kazanıp Adana’da yatılı okuduğu okulu 1931 yılında birincilikle bitirdi. Birincilik ile yetinmeyip bir de “Riyaziyeci”(matematikçi) mahlasına sahip oldu. Lisedeyken tam anlamıyla bir hoca gibi davranır ve not tutmazdı. Sarı bir deftere ve bir kurşun kaleme sahipti bunları ise sadece matematik ve fizik problemlerini çözmek için kullanırdı. Hem çalışkan hem de etrafındaki herkesi güldüren sosyal biriydi. Oysa hayat onun için baş ağrıları, kramplar ve halsizlikler ile doluydu çünkü; 4 yaşındayken Adana’daki evinin damından düşmüştü. ”Damdan düştüğüm iyi oldu, belki o gece damdan düşmeseydim aklım yerine oturmazdı” diyordu arkadaşlarına. Lisedeki hocaları Mustafa’nın talebelerin dilinden anladığını fark etmişti hatta Mustafa iki üst sınıftakilere bile ders verecek seviyede bir öğrenciydi.
Peki Mustafa İnan neden bu kadar iyimserdi?
Belki de bu günlük olayların değil de matematiğin, Fuzuli’nin ciddiye alınması gerektiğini düşünüyordu. Daha o zamanlardan belliydi ileride çok iyi bir hoca olacaktı. Ailesinin maddi durumunun kötü olmasından dolayı hayata hemen atılmak için kaydolduğu Fen Fakültesi’nden, üniversite hocası olma niyetiyle kaydını geri alarak Mühendis Mektebine (şimdiki İTÜ) kayıt için başvurdu ve giriş sınavında birinci olarak Mühendis Mektebine girdi.
Mühendis Mektebini de pek iyi derece ile birinci olarak bitiren Mustafa inen doktorasını İsviçre’deki Zürih Üniversitesi’nde yaptıktan sonra Zürih Üniversitesi’nin teklifini kabul etmeyip mezun olduğu Yüksek Mühendis Mektebi’ nde Teknik Mekanik ve Mukavemet Muallim Muavinliği görevine getirildi. Aynı yıl yani 1944’te Yüksek Mühendis Mektebinin adı İstanbul Teknik Üniversitesi olarak değiştirildi ve Mustafa İnan doçentlik görevine başladı. Aslında Mustafa İnan’ın doçentliği çok eskiydi daha 3. sınıfta matematik profesörü onu “Doçentim” diye tanıtıyordu öğretmen arkadaşlarına, şimdi Mustafa İnan gerçek bir doçentti fakat şartları çok fazla değişmedi asistanlarıyla birlikte oturduğu küçük “Mekanik odası”nda çalışmaya başladı.
İsviçre’de doktora yaparken daha fazla olanağı vardı. Mühendis Mektebi, Teknik Üniversite olmuştu fakat ne İsviçre’deki gibi laboratuvarlara ne de buna yakınşartlara sahipti. Teknik Üniversite’ye yeni bir hava getirmek isteyen Mustafa İnan kürsüler kurulsun, araştırmalar yapılsın istiyordu. Mustafa İnan’a göre öğretim üyeleri de araştırma işine alışmalıydı o zamanlar Mustafa “ekol” ne demek bilmiyordu ama belki de ilk “ekol”ünü küçük mekanik odasında asistanlarıyla bilikte kurdu, seminerler verilmesini istedi sadece öğrencilerine değil hocalarına bile bir şeyler öğretmekten çekinmedi ve üniversitede ilk doktora yaptıran hoca oldu. Öğle yemeklerinden sonra hocalar genellikle Mustafa İnan‘ın küçük odasında buluşur ve mühendislik problemlerini tartışırlardı bir çok doktora ve araştırma konusu bu sayede ortaya çıktı. Ünlü matematikçi Cahit Arf da bu toplantılarda bulunurdu. Cahit Arf ile yakın bir arkadaşlığı vardı. Verilen seminerlerin çoğunda Mustafa İnan anlatılan konuyu daha açık bir şekilde anlatmak için kürsüye çıkar “Durun bakalım birde benden dinleyin.” derdi ve bazı soruları anlamamış gibi yapıp kendisine sorar ve dinleyicilerin konuyu tam olarak anlamasını sağlardı. Sunumu yapan çoğu asistan bile bazen konuyu tam olarak Mustafa İnan’dan dinledikten sonra kavrardı.
Mustafa İnan için öğretmek vazgeçilmez bir tutkuydu. 1960’larda hesap makinesi ülkede yeni duyulmaya başladığında Mustafa İnan bunu hemen fırsata çevirip bunun üzerine bir seminer düzenlemiş ve üniversiteye hesap makinesini kazandırırken bir çocuk gibi heyecan ve neşeyle dolmuştu.
Sadece mekanik ile ilgilenmeyerek sosyal bilimlere de ilgi duydu. Fuzuli’nin şiirlerini çok küçük yaşlardan itibaren ezbere bilen, Ömer Hayyam’ın bütün rubailerine aşina olan, Yahya Kemal’in şiirlerini matematiksel olarak irdeleyen Mustafa İnan ayrıca Farsça,Musevice,Arapça kelimeler ve anlamları üzerine çalışmalar yaptı.
Mustafa İnan, hayata hoca olmak için geldiğini düşündü ve hayatınıbirleştireceği insanı da bu sayede buldu. Mustafa İnan Jale Ogan (Müzeler Müdürü ve Arkeolog Aziz Ogan’ın kızı ve Türkiye’nin ilk kadın arkeologu) ile üniversite 3. Sınıfta lise öğrencilerine özel matematik dersi verirken tanıştı. 1944 yılında evlendiler ve Hüseyin adında bir erkek çocukları oldu.
Prof.Dr. Mustafa İnan 1954-1957 yılları arasında İnşaat Fakültesi Dekanlığı yaptı ardından 1957-1959 yılları arasında da rektörlük görevinde bulundu. 1961 seçimlerinden sonra TÜBİTAK kanunu çıkarıldıktan sonra oluşturulan bilim kurulunda, vefatına kadar görev aldı. 1 Eylül 1967 tarihinde A.B.D, İsviçre ve Almanya’da bilimsel ve mesleki inceleme için 6 ay süreyle görevlendirilen Mustafa İnan, Türkiyede nükseden ve anlaşılamayan hastalığı için Almanya’nın Freiburg şehrinde hastaneye gittiğinde hastaneye yatırıldı ve tedavisi devam ederken 5 Ağustos 1967 yılında sabaha karşı 04.30’da vefat etti. Mustafa İnan’ın naaşı, 10 Ağustos 1967 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Taşkışla Binasında yapılan törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Vefatından 4 sene sonra Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulu, 9 Ağustos günü ve 134 sayılı toplantısında Mustafa İnan’a 1971 Hizmet Ödülü vermeyi kararlaştırmıştır. Daha bir çok önemli göreve ve başarıya imza atan Prof.Dr. Mustafa İnan bilime, ülkede bir “ekol” kurarak hizmet etmeyi seçti. Daha çok araştırma yapmak ya da sadece ünvan için uğraşmak yerine daha derinlere inmek hep daha çok şey öğrenmek ve öğretmek ülkesini, bilimsel bir altyapı oluşturulmasına öncülük ettiği üniversitesini hep daha ileriye götürmek istedi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nin gerçekten bilim ile öne çıktığı, ülkenin dinamiği olduğu zamanlarda perde arkasında bulunan en önemli kişilerden biri oldu.
Bu kadar kısa bir yazıda Prof.Dr. Mustafa İnan’ın tüm başarılarını, eserlerini ve hikayelerini anlatma imkanı olmadığından daha kapsamlı bilgi almak isteyenler Oğuz Atay’ın yazmış olduğu “Bir Bilim Adamının Romanı”*na gözatabilirler.
*Bu yazı yazılırken çoğunlukla bu romandan esinlenildi.
“Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkası yaps ın, büyük barajlarda başkası çalışsın. Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi ‘Kuvvet nedir?’ diye merak ediyorsanız buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre ‘Kuvvet’ para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın, kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?”
Prof. Dr. Mustafa İnan