Yalnız kaldığını kendine itiraf edeli çok olmamıştı. Bu fikir ona daha çok baskı yapar olmuş, nefes almakta güçlük çekmeye başlamıştı. Boğazı düğümlenmiş sürekli yutkunuyordu, ilk yutkunuşunda düğümün kaybolacağını düşünmüştü fakat kütle gibi boğazına oturmuştu bir kere düşünceler, bir yere gidecekleri yoktu. Daha sonraki tüm yutkunuşlarında da aynı umutla ve inatla eylemini sürdürse de faydası yoktu, sonunu göremediği karanlık bir döngü gibiydi, sürekli hareket halinde olan fakat hiç bitmeyen… Bu bulantının ortasında kendini dışarıya atmaya karar verdi, çözüm olarak en mantıklı gördüğü yol buydu. Hiçbir fikri olmadan gecenin maviden siyaha çalan dinginliğinde yürümeye koyuldu. Elleri ceplerindeydi, zaman da gece yarısına varmak için can atıyor gibiydi. Birden evde televizyonu açık unuttuğunu anımsadı, gülümsedi. Artık çok unutkan olmaya başlamıştı ve aynı televizyonda izlediği ve kesik kesik hatırladığı bir program zihninde beliriverdi, ‘kırmızı et yemeliymiş’. Amaçsız hayatına yeni bir anlam katacağını düşündü, bu amacı edindiği için çocuklar gibi sevindi ve hemen kasabın yolunu tuttu. Adımları ve soluk alıp verişi hızlanmış ve bu durum kalbinin duvarlarına yansımıştı. Ulaşmak için adımlarını sayıyor, yaklaşmak için attığı her adımın onu daha mutlu ettiğini hissediyordu. Daha da hızlandı, koşar adımla kasabın olduğu caddeye giriş yaptı. Kasap uzaktan görünmüştü fakat hiç ışık yoktu. Kalbine bir ok gibi saplandı bu düşünce, boğazı tekrar düğümlendi, soğuk terler akıtmaya başladı, ayakları titriyordu, elleri buz kesmişti, evde hissettiği o boşluğun çok daha fazlasını iliklerine kadar hissetti, kemiklerinin acıdığını hissetti, ayakta daha fazla duramadı, tüm yaşam enerjisini yitirmişti. Daha fazla dayanamadı ve dizlerinin üstüne çöktü, bağıra çağıra, haykıra haykıra ağlamaya başladı. Küfürler yağdırıyordu kasaba, etraftakileri umursamadan. Caddeden geçen tek tük insanların şaşkın bakışları arasında boylu poslu kahverengi pardösüsü altında bir adam, yaşama amacını yitirmiş ve bunların hepsini, gece vaktinde açık olmayan bir kasaba bağlamıştı. Aslında amacını da daha en başından kaybetmeye yönelik seçmişti. Birden sustu. Ne düşünmesi gerektiğini hiç bilmiyordu, beyni bomboştu. Doğrulması gerektiği aklına geldi, yavaşça ayağa kalktı ve evinin yolunu tuttu. Evden içeri adımını attı, anahtarını kapı kilidine tekrar takıp usulca iki defa kitledi. Televizyonun açık olduğun fark etti ve kapatmaya koyuldu. Kumandayı aradı, bulamadı. Umurunda olmadı. Televizyonun düğmesine yöneldi, eğildiği gibi kapattı. Hiçbir şey düşünmüyor, hiçbir şey hissetmiyordu, buz gibi soğuktu. Televizyon sehpasında duran bir not ilişti gözüne ‘’ Aşkım işten aradılar benim acil çıkmam gerekti, kahvaltını yap, kahvaltılıkları dolaba geri koymayı unutma ’’. Durdu, kesik kesik anlar uçuşmaya başladı aklında, düşünceler bir gezegen etrafında dönen uydular gibi çevreledi zihnini. O notu ilk gördüğü günü anımsadı, önceki gece körkütük sarhoş olmuş ve güzel sevgilisinin kollarında eve ulaşabilmişti. Düşüncelerin, beyninde sarmaşık gibi tüm kontrolü ele geçirmeye gayret edeceğini fark edip oradan uzaklaştı. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu. Cebinden sigara paketini çıkardı ve bir sigara yaktı sonra derin bir nefes çekti içine. Yarın yapacaklarını düşündü, aklına bir şey gelmedi, önce hiçbir şey yapmamaya karar verdi, sonra bunun iyi bir fikir olmadığına ve günü akışına bırakmayı seçti. Düşünceleriyle boğuşmasının bitmesiyle sigarasının bitmesi, sanki aralarında anlaşmışçasına, aynı zamana denk geldi. Gülümsedi. Mutfağa gitti ve bir bardak su içti, çok susamış olduğunu yeni anladı. Bardağı koydu, bulaşıklara baktı, çok fazla geldi, umursamadı. Yatağına uzandı, dişlerini fırçalamamış olduğunu hatırladı, umursamadı. Bir şey düşünmeme oyununa devam etti, zihnini boşalttı ve yavaşça uykuya daldı.