Dünya tarihi boyunca, gelmiş geçmiş en büyük mucit kimdir diye sorsaydım eğer büyük ihtimalle pek çok kişiden Nikola Tesla ismini duyacaktım. En büyük ressamları sorduğum takdirde Rembrandt, Van Gogh, Monet ve Salvador Dali gibi isimler sıralanacaktı. Ve de aynı soruyu en zeki insanları için sorsam Einstein ve yakın zamanda rahmetli olan Hawkins gibi gerçekten de çok önemli insanların isimleri söylenecekti, bundan kuşkum yok. Bana bu üç soru da ayrı ayrı sorulsaydı cevabım hiç düşünmeden, yaşadığı dönemdeki insanların yaptığı en fantastik iş bir inekten süt sağmak olan; buluşları, eserleri ve attığı temeller ile çağımıza ışık tutan ve günümüzde sıradanlaşmış pek çok makine ve teknolojik gerecin temellerini de atan Leonardo Da Vinci olurdu.
Henüz bir çocukken her fırsatını bulduğunda doğayla iç içe oluyor; bitkileri, yaprakları ve hayvanları gözlemliyor, özellikle böceklerin yapıları ve nasıl hareket ettikleri onun ilgisini çekiyordu. Gözlem yeteneği ta o zamanlardan artarak gelişegelmişti. İnsanların hareketlerini, yaşlıların ve gençlerin farklı oluşunu büyük bir merakla inceliyor ve belki de bu şekilde ileride çizeceği gerçeğe yakın, kusursuz resimler için birer altyapı oluşturuyordu. 1452 yılında Floransa taşrasında Vinci kasabasında bir avukatın ve köylü kızının gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Babası, annesi köylü olduğu için onunla evlenmemiş ve Leonardo’nun velayetini almıştı. Rönesans’ın büyük yeteneklerinin pek çoğunun tarih sahnesine çıktığı Floransa hümanizmin sanat dahil olmak üzere pek çok alanda esas değer kabul edildiği ve özgür düşünebilmenin ve hareket edebilmenin mümkün olduğu bir yerdi. Vinci kasabasında bir gelenek halini almış resim ile tanışması ve bu alandaki ilerleyişi, merak duyduğu her şeyin peşinden koşabilmesi ve sonunda istediğini alması, Avrupa’nın diğer baskıcı ve gerici tutumun hakim olduğu bölgelerinde değil de Floransa taşrasında dünyaya gelmiş olmasına dayandırılabilirdi.
Çocukluğunda en gözde hobi uğraşı olan resim çalışmalarının ve doğa incelemelerinin aksine Leonardo’nun adını ilk duyurmasını sağlayan şey çaldığı Lut*, icra ederkenki ustalığı buna ek olarak da yaptığı ufak besteleriydi. Bu şekilde bir nebze tanınmaya ve beğeni toplamaya başlamıştı. Aritmetik, cebir ve geometrideki idrakı, derslerdeki keskin zekası öğretmenlerin dikkatini çekiyor ve en sevdiği uğraşı olan resimdeki kabiliyeti babasının gözünden kaçmıyordu. Bunun üzerine babası onu kendini kabul ettirmiş bir ustanın: Andrea del Verrocchio’nun yanına çırak olarak verme kararı alır. Bu atölye genç Leonardo için bulunmaz bir nimet demekti. Burada kapsamlı bir sanat anlayışına hakim olacak farklı konularda ustalarla tanışacak ve müzik, botanik, optik, mekanik, heykelcilik, mimari ve çizim hakkında kayda değer bilgiler edinecekti. 1477’ye kadar kaldığı atölyede bilgilerini pekiştirdi ve zekasını bu süreçte üretilen eserlere de yansıttı. 1482’de Milano’ya gelinceye kadar serbest çalışmalara imza attı. Milano yıllarında bilimsel çalışmalarının yanı sıra anatomik incelemelerde bulundu bunun için zaman zaman kasapları ziyaret ediyor, kiliseden izin alabildiği takdirdeyse doğrudan ölülerin bedenlerini ve insan cesetlerini inceliyordu. Leonardo bu incelemelerini ve diğer doğa gözlemlerini eskiz defterine çiziyor, notlar alıyor ve bu şekilde karanlık ve baskı dolu Orta Çağ’ın ardından ilk defa anatomi ile ilgili bir bilgi hazinesi oluşturuyordu. Milano Dükü’nün istediği pek çok resim ve heykelin yanı sıra Da Vinci belediye altyapıları, kaleler ve kiliseler için mimari tasarımlar yapıyor; kanallar, köprüler ve makineler tasarlıyordu. Örneğin tarihteki ilk tank tasarımını gerçekleştiren Vinci bunu Türklerin İtalya’yı işgaline karşı tasarladığı bilinmekteydi. Tasarladığı savaş aletleri ve makinelerin arasında mitralyöz ve otomatik seri atım yapan top benzeri savaş gereçleri de mevcuttu. İlk uçak ve denizaltının da tasarımı kendisine aitti, ancak denizaltı tasarımını daha sonra kendi kaleme aldığı kitabında belirttiği üzere insanlık için büyük tehlike ve tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle kimseyle paylaşmamış tasarımı saklamıştı. İlgisinin çabuk dağılması ve çok yönlü olması nedeniyle tamamlayamadığı pek çok projenin dışında “Son Akşam Yemeği” ve “Kayalıklar Bakiresi” gibi eserlerin de dahil olduğu altı eser ortaya koydu. Bilimsel çalışmalarında zirveyi gördüğü ve doğa, hayvan gözlemleri yaptığı Milano yılları 1499’da son buldu. Milano’dan ayrılışında iktidar değişikliği ve kentin çalkantılı durumu etkili olan Da Vinci 1500’lü yıllarda Osmanlı Padişahı Sultan II.Beyazıt’a iki adet mektup yazmış İstanbul’a yerleşmek istediğini ve sarayın özel ressam, mimar ve mühendisi olabileceğini belirtmiştir. Ancak ne yazık ki bu isteği dönemin ulema sınıfı** hakimiyetindeki Osmanlılı devlet erkanınca kâle bile alınmamış, ikinci metubun ardından ise Da Vinci’den daha yaşlı ve tecrübeli bir başka ressam ile çalışılacağı bahanesiyle red cevabı verilmiştir. Vinci’nin Galata’dan İstanbul Anadolu Sahili’ne kadar uzanacak boğaz köprüsü fikrini de açıkladığı bu mektup şu an Paris Fransız Enstitüsü Kütüphanesi’nde muhafaza edilmekte ve 1502–1503 yılları arasında bir dönemde yazıldığı ifade edilmektedir. 1503 yılında “Mona Lisa” isimli eserine başladığını duyuran Leonardo bu yıllarda İtalya’da çeşitli işverenlerle çalışıyordu. Büyük bir yankı uyandıran ve hala gizemini koruyan dünyanın en ünlü tablosu Mona Lisa, Da Vinci’nin biricik asistanı Giacomo’nun kendi çağırışıyla Mon Salai (Küçük Şeytanım) harflerinin tekrar kurgulanmasından oluşuyordu. Onun için bilerek yapılmışçasına duran ufak perspektif hataları, mutlu mu mutsuz mu olduğu anlaşılmayan bu sırıtış ve altın oran kullanılsa da ürkütücü kaş yapısına sahip bu yüzün Gian Giacomo’ya ait olabileceği söylenmekteydi. İleride bu gizemli tablonun başına gelmeyen kalmayacaktı. 1516’da Leonardo Da Vinci tabloyu Fransa Kralı’na satacak ardından tablo çeşitli Fransız illerini gezecek, Napolyon tarafından alınacak, ardından Louvre Müzesi’ndeki yerine geri dönecek fakat İtalyan bir hırsızca çalınıp Floransa’ya getirilecek ve tekrar Fransız Louvre Müzesi’ne iade edildikten sonra asitli bir saldırıya uğrayacaktı. Da Vinci’nin son patronu olan Fransa Kralı Francis’ten evvel, Leonardo Roma’da Papa için de çalışmış ve çeşitli dini temalı eserler yapmıştı. Bunlar sadece resim değil heykel, Kilise duvar resimleri ve kabartmalardan da oluşmaktaydı aynı şekilde bu eserler de 18. yy’da Napolyon’un İtalya’yı işgali sırasında zarar görmüş zaman zaman bir ahırda bekletilmiş. Duvar resimlerinin bulunduğu kiliseler Fransız Ordusu’na kışla olmuştu. Ancak ilginç bir şekilde Da Vinci’nin ömrünün sonlarına doğru kaleme aldığı notlarından ve bilgi birikiminden oluşan kodeksinin*** bazı sayfaları bulunmuş derlenmiş ve günümüze ulaşmıştı. Bu kitap, Fransa’da birinci sınıf ressam ve mimar unvanı alan Leonardo Da Vinci’nin son günlerini geçirdiği saray yakınında tahsis edilmiş malikanesinde kaleme alınmıştı.
Da Vinci, matematik bilmeyenlere notlarının okutulmamasını nasihat etmişti. Ömrü boyunca yaptıklarının kısa bir özeti olan, felsefi düşüncelerini, doğa gözlemlerini ve çeşitli tanımlamalarını da içeren bu el yazması da çeşitli maceralar yaşamış dünyanın dört bir yanına dağılmış, meraklılarınca satın alınmış ve nihayet toplanmıştı. Günümüzde hala okunduğu takdirde çağının ötesinde bir dâhinin karmaşık fikirleri ve geniş hayal dünyası şaşırtıcı olacak ve düşündürücü bir etki yapacaktır.
En önemlisi ise günümüzde tüm bu imkanlara rağmen bilim yapıldığını zannedenlerin aslında yapılanın insanlık için değil de üstünlük kurmak için yapıldığını, gerçek anlamda hümanist, paylaşımcı, özgür bilim ve sanatın hala rönesansta kaldığını gösterecektir.
*Lut: Ut, Ud, Lavta türünde ve gitar gibi 6 telli olan saz.
**Ulema Sınıfı: Osmanlı’da Kapıkulu cemiyeti ile birlikte yönetimde söz sahibi olan, dini gerici anlamda kullanan ve Avrupa’ya yönelmesi nedeniyle Fatih Sultan Mehmet’i zehirledikleri düşünülen devlet içi dinci oluşum.
***Kodeks: El yazması kitap