İçeriğe geç

Köprüden Önce Sol Çıkış

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı” diye başlıyormuş C.Dickens’ın Fransız Devrimi’ni anlatan romanı. Günün en karanlık olduğu saatlerin ardından Güneş’in doğuşu. En karanlık günlerin ardından en aydınlık günlerin gelişi… Toplumsal olaylarda da gerçekten en kötü günleri en güzel günler mi takip eder peki? Hem evet hem de hayır.

Küba’ya baktığımızda Batista diktatörlüğü döneminin hemen ardından Küba Devrimi, benzer şekilde 1.Dünya Savaşı’nın yıkımının ve kıtlığın ortasında gelen Büyük Ekim Devrimi. Kendi topraklarımızın tarihinde de buna rastlarız, savaşların getirdiği bitmeyen yıkım, yoksulluk ve emperyalist işgallerin ortasında örgütlenen Kurtuluş Savaşı ve 1923 Cumhuriyet Devrimi.

Ancak bunu bir kural sanarsak ve “kendiliğinden” güzel günlerin gelmesini beklersek düşeceğimiz yanılgının bedeli bize pahalıya patlayabilir. Hatırlamalıyız ki faşist Naziler de Almanya’nın savaştan yenik çıkmış kötü dönemlerinin ardından iktidara geldi.

Toplumların en kötü dönemleri, toplum içerisinde radikal arayış ve yönelimlerin yükseldiği dönemlerdir. Böyle dönemlerde halkların arayışında ayrıntıda çok fazla fraksiyonlar belirse de radikal arayışlar temelde iki uca kümelenir: Bir kutupta ilerici/solcu yönelimler güç kazanırken öteki kutupta gerici/faşist eğilimler güç kazanır. Naziler iktidara geldiğinde Almanya’da aynı zamanda güçlü bir ilerici örgütlenme de vardı, ki bu yüzden de Nazilerin ilk işi iktidarına içeriden tehdit oluşturan solcu örgütlere saldırmak olmuştu.

Günümüze baktığımızda ise dünya kapitalis-emperyalist sisteminin bütünsel bir kriz içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Süreklileşen ve her geçen gün derinleşen, ekonomik, siyasal ve ideolojik kriz. Kapitalizm dünya çapında yakalandığı ekonomik kriz hastalıklarından uzun süredir çıkamamakta… Dahası süreklileşen bu kriz hali artık “yeni normal” halini almış durumda. Emperyalist devletlerin 3. dünya ülkeleri üzerinden giriştiği hesaplarda karşılaştığı pürüzler büyümekte… Buna yakın örnek olarak da ortadoğuyu verebiliriz. Emperyalizmin işgal ve kontrol planlarıyla girdiği veya gimeye çalıştığı bölge halkları arasında sekülerizm, bağımsızlıkçılık, antiemperyalizm gibi ilerici karakterlere sahip direnişlerin halklardan güç bularak artması emperyalizmin ilerlemesini sekteye uğratmış, emperyalistlerin zaten pek olmayan işgal meşruiyetlerini iyice yok etmiştir. Bu tespit ve tartışmalar tabi ki bir iki cümleyle değinilip geçilecek basitlikte konular değildir. Ancak bu yazıda yerimiz olmayacağından ayrıntılı tartışmasını yapmayı sonraki yazılarımıza bırakıyoruz.

Zor dönemlerde toplumlar radikal arayışlara sürüklenir. Dünya halklarına baktığımızda, dengeli bir dönemin artık süremediğini ve radikal arayışların yükselişe geçtiğini söyleyebiliriz. Bir yandan gerici ve faşist akımlar yeniden alıcı kitlesini genişletirken diğer yandan zıt kutuptan ama paralel zamanlarda ilerici/solcu arayışlar ortaya çıkıyor. Bir yandan Trump şaşırtıcı derecede destek bulabilirken, öte yandan İspanya’da Podemos’un yükselişine şahit olabiliyoruz. Yunanistan’da kriz ertesinde bir yandan Syriza ortaya çıkarken eşzamanlı olarak Yunanistan’ın ırkçı/faşist partisi Altın Şafak destekçi kitlesini ciddi derecede artırabiliyor(Burada amacımızın Syriza’nın veya Podemos’un solculuğunu tartışmak olmadığını, işaret etmek istediğimizin İspanya’daki ya da Yunanistan’daki halk arasındaki “sol arayış” olduğununot düşelim).

Tüm bu örneklerden göreceğimiz kilit bir nokta var. En kötü zamanları ters yüz edip en iyi zamanlara çevirmek için kilit öğe: “Özne”. Geleceğin niteliğini belirleyen öznelerdir, toplumun özneleri ise toplumu o ya da bu biçimde değiştiren örgütlenmiş güçlerdir. Karanlığın örgütlü kötülüğü karşısına aydınlığın örgütlü gücü çıkarmazsak en kötü günleri daha kötü günlerin takip etmesi kaçınılmazdır. Karanlık günlerin ardından aydınlık günler “kendiliğinden” gelmez. En kötü günleri tersine çevirip en iyi günlere dönüştürecek olan, Küba’da Castroların, Rusya’da Bolşeviklerin halkı örgütleyip özne haline getirdiği gibi, Türkiye’de Cumhuriyet devrimi kadrosunun örgütlü ve özne olabilen bir halk yaratarak Vahdettinleri ve emperyalistleri tepelediği gibi, bilinçli bir örgüt, özne haline gelmiş bir halkın cisimleşmesidir. İşte bizi kurtaracak anahtar buradadır.

Sol Çıkış
Evet, ülkemizde zor bir dönemden geçiyoruz. Cumhuriyet tüm ilerici kurumlarıyla birlikte birer birer devletten tasfiye edildi. Artık Türkiye’de devlet nezdinde varolan bir Cumhuriyetten de cumhuriyetin laiklik gibi ilerici ilkelerinden de bahsedemeyiz. Ancak, cumhuriyetin yerine kurulmak istenen “Saray rejimi”nin tam olarak kurulabildiğini de söyleyemeyiz. Çünkü, cumhuriyetin biriktirdiği laiklik, çağdaşlık, ilericilik gibi değerler toplumda içselleşmiş durumda. Cumhuriyet devletten tasfiye edilse de cumhuriyetin dirimi halk arasında en güçlü varlığıyla kendisini sürdürüyor. Kurulmaya çalışılan diktatörlük kendi kitlesine ne yaparsa yapsın kitlesi kabul etse bile öte yandan koca bir ilerici kitleyi de ağzıyla kuş tutsa meşruiyetine ikna edemiyor. İkna edemedikçe de saldırıyor, çalıyor çırpıyor ve Türkiye daha çok keskinleşiyor: Bir yanda AKP gericiliği diğer yanda ilericiler. Türkiye’nin ilericileri olarak şuan tek ve güçlü bir örgütlü yapı olarak iktidarın karşısına dikilip onu deviremesek de aslında tarihsel olarak isimlendirmemiz de çoktan beri var: Geziciler.

Tüm bu sorgulamalar ve tartışmalardan sonuç olarak, Türkiye’nin de ne tarihten ne dünyadan kopuk olmadığını bir kez daha görebiliriz. Karanlık dönemlerde toplumların yaşadığı ayrışmayı günümüzde dünyada ve Türkiye’de de yaşıyoruz. Ülkemizde de gerici ve faşist oluşumlar alıcı bulup güçlenirken ilericiler arasında sol özne arayışı/açlığı sürüyor. Bizim cephemiz açısından denklemimizdeki kilit eksik, geziciler olarak örgütlü kötülük karşısında bir sol atılım sağlayarak örgütümüzü henüz yaratmamış olmamızdır.

Tarih bize iki yol gösteriyor ve hızla yol ayrımına doğru, büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyoruz. Ya gökten birilerinin inip bizi kurtarmasını bekleyeceğiz ve kötü günleri daha kötü günlerin takip etmesini izleyeceğiz ya da örgütlü kötülük karşısında halkın sol öznesini yaratmak için örgütlenip, en kötü günlerin ardından göz kamaştırıcı güzel günlere uyanacağız. Onurlu insanlar olarak başka seçeneğimiz olmadığına göre, daha fazla zaman kaybetmeyip harekete geçelim ve her yerde bir araya gelip birlikte/omuz omuza hareket edelim.

Ellerimizle kazıyarak da olsa, tırnakla söküp almak gerekse de, ya kazanacağız ya kazanacağız:
“Şeriata faşizme, karanlığa geçit yok!”