Yazın kendini yeni yeni güze bıraktığı bir eylül gününde hani şu ara ara esen rüzgâr da olması pek rahat haziran sanılabilecek denli ümit yüklü bir sabah vakti İTÜ Gümüşsuyu kampüsünün önünde duran bir genç… Tarihi binanın azameti karşısında biraz tedirgin, biraz şaşkın ama her şeyin ötesinde çokça heyecanlı! Dinmiş lodosların uğultusunu değil kuvvetli poyrazların marşlarını dinliyor gözlerini kapayınca. İstanbul böylesine coşkulu bir devirden geçiyor. Öyle bir devir ki dolar kokusu bulaşmamış henüz hayallere. Devir gökyüzünde renkli uçurtmalar uçurmayı düşleyen çocukların devri!
1962 senesinde haziran kokulu bu eylül gününde çiçek kokulu yarınlar düşlüyordu genç çocuk henüz adımını atmadığı okuluna bakarak… O ve daha niceleri yine bu olanca haşmetiyle yükselen bu binanın önünde durup yeni bir üniversitenin, özgür, eşit bir toplumun, bilim yolunda çıkılacak uzun meşakkatli bir yolun ve sanatla, şiir tadında yaşanacak güneşli güzel günlerin hayalini kuruyorlardı. Bir üniversiteli olarak sorumlulukları neydi? Bilim uğrunda neler yapılabilirdi? Yerli yapım otomobillerin trafiğe çıkacağı, yerli astronotların uzaya gideceği, bilginin kapılarının zorlanacağı günler gelecek miydi? Bir toplumun mühendisi nasıl olmalıydı?… Neredeyse 200 yıllık bir tarihin parçası olmak kuşkusuz sorumluluk getiriyordu. İşin özü İTÜ’lü olmak bir kültür yaratmak gerekiyordu. Peki neydi İTÜ’lü olmak?
Birçok değerli şahsa ve tarihi boyunca önemli olaylara ev sahipliği yapmış bir okul: İTÜ!
İlimden, fenden uzak kaldığı için batının gerisinde kalmış, çırpınmakta olan bir imparatorluğun kurtuluşun ancak bilimle olacağını idrak etmesiyle Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn olarak açılan bu okulun kuruluşundan beri yüzü bilime, sanata, aydınlık bir geleceğe dönük olmuştur. 1909’da 31 Mart İsyanında şeriatçıların aydınlar tarafından mağlup oluşuna şahitlik eden Taşkışla aradan yıllar geçecek ve 31 Mayıs’ın bir tanığı olacaktır.
Mühendisliğin bir erkek mesleği sayıldığı yıllarda, 1876’da Elizabeth Bragg Berkeley’den mezun olurken neredeyse yarım asırlık bir farkla Türkiye’de ilk iki kadın mühendis Sabiha Rıfat Gürayman ve Melek Ertuğ Yüksek Mühendis Mektebi’ni 1933 yılında bitirerek mezun olmuşlardır.
1961 yılında 129 günde tamamlanmış DEVRİM Arabaları’nın mühendislerinden Kemalettin Vardar bir İTÜlüdür.
Kuruluşundan bugünlere nice değerli profösörlere, Kerim Erimlere, Mustafa Inanlara ev sahipliği yapmış bu okul kuşkusuz aydınlık geleceği simgeleyen bir meşaledir. Şirket yönetir gibi okul yöneten İTÜ yönetiminin, İTÜ’yü niteliksiz, yalnız gösteriş peşinde “katalog üniversitesi” seviyesine düşürülmesine sığar mı -İTÜ’lü olmak-? İTÜ’lü olmanın içinin doldurulması hele de böyle bilimin, sanatın değerinin yerini paraya bıraktığı, Bilim bakanının “Üniversiteler fizikçi değil pastacı yetiştirsin” , bir başka bakanın “Biz ara eleman ülkesiyiz, ara teknik elemanlar yetiştirmeliyiz” dediği ülkede, üniversitelerin kendini oluşturan “bilim, aydınlık, insan” gibi kadim değerlerinin yerine “seçkinlik, kalite, üstünlük,piyasa” gibi hikmeti kendinden menkul değerler geçirildiği bir çağda ancak İTÜ’yü İTÜ yapan değerlerin anlaşılmasıyla olur diye tahmin ediyorum.
Hayatını bilimin ışığına, okuluna ve öğrencilerine adamış, kürsüyü evi bellemiş profesörlerimizden Mustafa İnan’a bu noktada kulak vermek gerekir diye düşünüyorum.
“Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Bazılarına göre ‘Kuvvet’ para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbirine karıştırmayın, kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?”