Bu yazıda tartışmak istediğim konu geçtiğimiz sene üniversitemizde yaşananlarla kısıtlı değil, gelecekte nelerle karşılaşabileceğimize dair çıkarımlarda bulunmak ve bir yol haritası önermek.
Öncelikle ülke gündemiyle üniversitemizin gündeminin çok paralel olduğunu not ederek başlayalım. Ülke gündeminin siyasi gerilimlerinin geçtiğimiz senede İTÜ’de hep birlikte anıldığı ODTÜ ve Boğaziçi’ninkine kıyasla daha belirgin gözlendiği söylenebilir. Bunun temelde birbirini besleyen iki sebebi olduğu söylenebilir. Bu iki sebebe değinmeden önce ülke gündemindeki gerilimden neyi kastettiğimizden bahsedelim. Saray iktidarının ülkenin aydınlanmacı ilerici birikimine açık bir saldırısı olduğundan bahsediyoruz. Burada bu saldırıların hepsine değinmeye ne zamanımız yeter ne de bunlar bilmediğimiz şeyler. Ama yine de bir örnek olsun; TBMM başkanının ifadelerini hepiniz hatırlayacaksınız. Ne diyordu: “Laiklik yeni anayasada olmamalıdır”(1). Bu bağlamda kabaca ülkede halk ve iktidar arasındaki gerilimlerin Cumhuriyet değerleriyle çelişmeden kaynaklanan, laiklik ve özgürlük taleplerinin çerçevesinde çıkacağına varılabilir. Bunun en büyük örneği zaten Gezi İsyanı’ydı.
Ülkede yaşanan süreç
Hemen ülkede yaşanan süreci kendimizce kısaca özetleyelim ve artık okulumuza geçelim. Aradan geçen sürede AKP’nin tek başına iktidar olamadığı 7 haziran seçimlerinden sonra ülkede yaşanan katliamlar, patlayan bombalar ve kaos. 7 Haziran’daki ilk seçimden sonra bir araya gelme potansiyel taşıyan muhalefetin bir kısmının, bu kaos süreci sonucu dağılması-dağıtılması. Sonrasında 1 Kasım’daki ikinci seçimde AKP/Saray “başarısı”. Şimdi ise Ohal ile hiç olmadığı kadar rahat hareket ederek Cumhuriyetin değerlerinin tasfiyesi amacı…
Üniversitemizde yaşanan süreç
Okulumuzun siyasi atmosferinin ülkeninkiyle paralel olduğunu söylemiştik ve bunun temel iki nedeni olduğunu öne sürmüştük. Bunlardan birincisi rektörümüzün bir zamanlar cemaatçi olduğu iddialarından kurtulmak ve diğer AKP’li adayları ekarte etmek için yaptıkları. İddiaların gerçekliği veya gerçek dışılığı bizi pek ilgilendirmiyor, önemli olan şey bu iddialardan kurtulmak için yapılanlardır. Neler yok ki? AKP’li Bursa belediye başkanıyla yapılan Cami temel atma töreni(2), aynı Camiye 2. defa temel atma töreni de yapılması ve bu sefer de AKP Sarıyer İlçe Teşkilatı’yla kameralara poz verilmesi, Emine Erdoğan ile açılış yapılması(3), Ensar Vakfı’nda konuşma yapması, laik öğrencilerin 21’inin okuldaki cihatçılara karşı yapılacak laiklik yürüyüşünden önce MED’de darp ettirerek gözaltına aldırmak ve uzaklaştırmak, aralarında solcuların olduğu bilinen hocaların Ohal kapsamında okulla ilişkilerinin kesilmesi, içinde “ensar”, “cumhurbaşkanı”, “Erdoğan” geçen kelimelerin olduğu bildirilerin dağıtılmasının yasaklanması(bu görülmemiş bir şeydir hatta “Mahmut” kelimesi bile bu bağlamda kullanıldığına kanaat getirilerek yasaklanmıştır) ve son olarak Binali Yıldırım’ın okula getirilmesi bunlardan sadece bazıları. İkinci neden de bir bu kadar önemli. Okulumuzdaki cihatçı yapılanmalar. İTÜ’nün bu yapılanmalar tarafından diğer okullardan daha çok hedef alındığını görmek zor değil zaten kendileri de söylüyor(4). Biraz burayı açıp sonra ne yapabileceğimize yönelelim.
Okulda Cami temel atması da, Emine Erdoğan’ın ve Binali Yıldırım’ın okula gelmesi de hiçbir şekilde okul öğrencilerine duyurulmamış, öğrenciler okullarına gelen bu siyasi kişileri onlar geldikten sonra öğrenmiştir. Cami yapılacağı konusundaki iddiaları Yapı Teknik çalışanı kendisi yalanlamıştır(5). Bunun sebebi nedir? Hepimiz biliyoruz ama söyleyelim, okul öğrencisinin tepkisinden korkmaları! Cami’nin yapılacağı anlaşılır anlaşılmaz -ki bu öğrencilerin araştırmasıyla ortaya çıkmıştır- çok kuvvetli bir şekilde okulun popüler sosyal medya gruplarında tartışmalar dönmüştür. Cami yapılmasına karşı olan çoğunluğu ‘çapulcu’ olan laik kitle karşısındaki kesimi yaptığı paylaşımlarla, gezi zekâsı mizahıyla yerle bir etmiştir. Yaptıkları paylaşımlar İTÜ Sosyal adlı Facebook grubunun beğeni rekorlarını kırmış, ‘İmam Hatipler Kapatılsın’, ‘çomar’ esprileri havalarda uçuşmuştur. “Budist tapınağı istiyoruz” talebi ülke sınırlarını aşan tepkiler doğurmuştur. Buradan çıkan sonuç ise şudur. Korkmaya gerek yoktur. Üniversitelerimizde özellikle İTÜ’de sayı ve yaratıcılık bizim tarafımızdadır. “İTÜ Asırlardır Çağdaş” yazısını kaldırmakla öğrenci profilini değiştiremezsiniz. Tam burada laiklik mücadelesi devreye giriyor.
Laiklikten ne anlamalı?
Her kavram ele alınırken geçerli olacağı bağlama özgü özellikler taşır. Farklı konumlanma noktalarından farklı görünür. Farklı özneler için farklı şeyler ifade eder. Dâhili oldukları bütünün kapsamında anlam kazanır. Demek istediğimiz Türkiye’de laiklik dediğimizde bunun sağlanması kendine özgü koşullar gerektirir. Türkiye’de laiklik onu arzulayanlara ciddi sorumluluklar yükler. Bu anlamda onlara başka bir tanım sunarken, bu hedefte olmayanlara sulandırılmış başka bağlamlarda anlamlı olabilecek tanımlar sunar. Bu anlamda Türkiye’de yaşayan bir insanın laiklikten anlaması gereken onun Saray/AKP’den ne anladığıyla da ilgilidir. Burada Prof. Dr. Taner Timur’un Saray rejiminin hedeflediği hayat tarzını nasıl tanımladığına bakalım: “Bu ‘hayat tarzı’ erkeklerle ‘fıtraten eşit olmayan’ kadınların en az üç çocuk yaptıkları muhafazakâr aile ocaklarında, kız çocuklarının erken yaşlarda başlarını örttükleri; içki ve sigaranın tamamen yasaklandığı; çocukların öncelikle İmam Hatip okullarına gönderildiği ve her çeşit okulda din derslerinin ağırlık kazandığı; nihayet bale, heykeltıraşlık gibi din ve ahlaka aykırı sanat dallarının aşağılandığı ve sinema ve tiyatro gibi sanat dallarına kuşkuyla bakıldığı bir ‘hayat tarzı’dır.” (6)
Peki bu bağlamda biz laiklikten ne anlamalıyız? Laikliğin üç temel tanımı meşhurdur. Bunlardan birincisi “din özgürlüğüdür”. Herkesin istediği dine inanabilmesinin ya da inanmamasının güvencesidir. İkincisi “din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır”. Bu iki tanımda sulandırılmış ve laikliğin tarihsel, köklerini Aydınlanma mirasından alan bağlarını içermemektedir. Üçüncü tanım bu ilk iki tanımı içermesinin yanında onların bir adım önüne geçer, o da “dinin toplumsal hayatı belirlemesinin önüne geçilmesidir”. Peki, bu ne demektir? Bu Ensar Vakfı gibi çocukların küçük yaşta gönderilip tecavüze uğradıkları yapılanmaların yasaklanması demektir, bu 10 yaşında türban takılarak dışarı çıkarılan kızların özgürce saçlarını tarayabilmeleri demektir, bu cemaatlerin ülkede darbe yapamaması demektir, bu dinin siyasete alet edilememesi demektir, açlık sınırının altında gelire sahip olup yaşam mücadelesi veren işçinin öbür dünya vaadiyle kandırılamaması demektir, şort giydiği için tekme yememektir, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıdır.
Önerilecek yol haritası
Üniversitemizde önceki yazımızda bahsettiğimiz(7) nedenlerden ötürü politik tartışmalar örgütsüz muhalif kesimimiz tarafından popüler Facebook gruplarında gerçekleşiyor ve orada kalıyor. Burada üstünlük kesinle laik taraftadır ancak bizce bu tartışmalarda kırmamız gereken bir anlayışımız var. Bu sadece bize özgü değil. Bunu Yrd. Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu şöyle anlatıyor: “laiklik dinsel çoğulculuk olarak algılanmamalı, mahcubiyetle savunulmamalıdır. Bunun laiklikle alakası yoktur. Hele ki Sünni İslam’ın bu kadar hâkim olduğu bir ülkede laiklik net ve cesaretle savunulmalıdır. Çekincelerimizin olmaması gerekir, laiklik karanlıktan çıkışımızın en elverişli noktasıdır”(8) Burada denilen laikliğin temel bir insan hakkı olduğudur ve savunulurken “ama”lara, “fakat”lara yer vermemiz gerektiğidir. Yani en basitinden “ben de Müslümanım ama…”, “gerçek İslam bu değil aslında” gibi ifadeler yerine laikliğin zaten kendi başına yeterince meşru bir talep, bir insan hakkı olduğunu bilerek konuşmalıyız. İşe böyle başlayabiliriz. Bu mücadelede hepimizin belli oranlarda yapabilecekleri ve destek atabilecekler etkinlikler var. Üniversitelerde zeki ve güçlü tarafın biz olduğumuzu bilerek hareket edelim. Kendimize güvenelim. Olması gerekeni istiyoruz, en temel haklarımızdan birini kazanmaya çalışıyoruz.
Bir örnek
Kendim Fikir Kulüpleri Federasyonu üyesiyim ve geçtiğimiz sene İTÜ’de ve Türkiye’de mücadelemizin temelini laiklik mücadelesi oluşturdu. Burada okulda yaptığımız eylemlerden iki tanesini paylaşmak istiyorum. Aslında gündem çok yoğundu ama bu ikisi derdimizi anlatmaya yetecektir sanıyorum. Derdimiz bahsettiğimiz muhalif toplamın sesi olmak, onlara onların tepkilerini dışa vuracakları bir zemin hazırlamak. Bu bağlamda “Ensar” kelimesi geçen metinlerin dağıtılması keyfi bir şekilde yasaklanmışken okulumuzun merkezi derslik binasındaki Türkcell(Ensar Vakfı sponsoru) mağazasına şirketin yasaklattığı kendisine atılan twitleri astık. (9) Yapmayı hedeflediğimiz şey bu anlamda muhalefeti biriktirmek ve ülkeye üniversitelilerin onların yanında olduğunu göstermekti. Okul öğrencilerinden arkadaşlarımızdan iyi bir tepki aldığımızı düşünüyorum. İkinci anlatmak istediğim de MED binasına astığımız “Laik Cumhuriyeti Kuracağız” pankartıydı.(10) Güvenliğin sert müdahalesiyle karşılaştık ama okul öğrencisinin destek vermesiyle bunu aştık. İlgili eylemde çekilmiş neşeli bir videonun linkini bırakıp yazımı sonlandırayım.(11)
Kaynakça:
[1] http://www.birgun.net/haber-detay/tbmm-baskani-kahraman-laiklik-yeni-anayasada-olmamalidir-110129.html
[2] http://ilerihaber.org/ituye-gizli-gizli-cami-temeli-atildi/26568/
[3] http://gercekgazetesi.net/haberler/itude-emine-erdogan-protestosu
[4] http://www.haksozhaber.net/itude-neler-yasandi-73283h.htm
[5] http://www.birgun.net/haber-detay/tbmm-baskani-kahraman-laiklik-yeni-anayasada-olmamalidir-110129.html
[6] Timur(2016) Aydınlanma, Sınıf Kavgası ve Laiklik, Praksis
[7] Gamsız Öküz, Perspektif Sayı 1
[8] Saraçoğlu(2016) Laiklik ve Aydınlanma Sempozyumu