İçeriğe geç

Her Alanda Özgürlük

Geçmişten günümüze insanlar özgürlüklerine her daim önem vermiş hatta çoğu zaman onun için savaşmışlardır. Sosyal ve toplumsal alandaki özgürlüklerimize ek olarak gelişen teknolojinin de etkisiyle artık elektronik alandaki özgürlük olarak bir kavram ortaya çıkmaya başladı. Peki kaçımız elektronik alandaki özgürlüğümüzü biliyor ve önemsiyoruz? Mesela, etrafınızda gördüğünüz hemen hemen her bilgisayarda Windows işletim sistemini görmektesiniz hatta siz de bunu kullanmaktasınız. Peki hiç o işletim sisteminin arkasında neler döndüğünü merak ettiniz mi? İşletim sisteminin ne olduğuna da kısaca değinirsek, bilgisayarımızın kaynaklarını yani donanımını işletmeye, yönetmeye yarayan milyonlarca koddan oluşan bir yazılımdır. Windows ve Mac OS X birer işletim sistemidir ve kaynak kodları gizlidir yani herkes ulaşamaz. Peki bu ne demek? Ütopik bir yer hayal edelim, bir yerden bir yere gitmek istiyorsunuz ama oraya hangi yollardan gidildiği size söylenmiyor ya da bir haritaya erişim izniniz yok. Sadece bir rehber gelip sizi direkt gideceğiniz yere kapalı bir araçta götürüp indiriyor. Kendinizi özgür hisseder miydiniz? Windows ve Mac OS X’te durum bu şekilde işlemektedir. Biz sadece onların bizim görmemize ya da bilmemize izin verdikleri kadarını bilebiliyoruz. Arka planda devam eden bizim bilmediğimiz süreçler elektronik anlamdaki özgürlüğümüzü kısıtlamanın yanında, ne kadar güvende olduğumuz sorusunu da beraberinde getiriyor. Tabii, siz diyebilirsiniz ki bu işletim sistemlerini milyonlarca birey kullanıyor eğer güvenli olmasaydı ya da ortada bir sıkıntı olsaydı kullanılmaya neden devam ediliyor? O zaman size Facebook olayını biraz hatırlatmak isterim, milyonlarca Facebook kullanıcısının verilerinin nasıl satıldığından. Demem o ki, sırf ortaya çıkmadı diye verilerimiz satılmıyor ya da kendi kişisel amaçları için kullanılmıyor demek değildir. Peki ya kaynak kodları açık olsaydı o zaman ne olurdu? Eğer yeterince teknik bilgiye sahip isek arka planda neler döndüğünü inceleyebilirdik, ya da biz incelemesek bile bu işletim sistemlerini kullanan kişilerin oluşturduğu toplulukların feedback sistemi sayesinde kendimizi güvenli hissedebilirdik. İnsanlar kaynak kodları istediği gibi değiştirebilir, ekleme yapabilir, kopyalayabilirdi. Bu yazılımlara fahiş fiyatlar vermeyerek sadece toplumun belli bir kısmının cebi dolmadan isteyen herkes yazılıma ulaşabilir hatta teknolojinin daha hızlı gelişimine yardımcı olabilirdi. Peki bunu deneyen kimse olmadı mı? Tabii ki oldu. 1970’li yılların başlarında gelişen teknolojiyle yazılım masrafları hızla yükselmeye başlamıştı. O zamanlar Windows olmasa da UNIX işletim sistemi vardı ve fahiş fiyatlara satılıyordu. Bu da yazılımın sadece üniversitelerde ve bazı kesimlerde kullanılmasına neden oluyordu. Copyright (telif hakkı) kavramı olduğu için de UNIX’i çoğaltamıyor veya kopyalayamıyordunuz. MIT’de Yapay Zeka laboratuvarlarında çalışan Richard Stallman, bu durumdan aşırı şekilde rahatsız oluyordu bu nedenle 1983’de GNU projesini başlattı. 1985 yılında da Özgür Yazılım Vakfı’nı kurarak bu alandaki ilk devrimi başlatmış oldu. GNU, ücretsiz ve özgür (açık kaynak kodlu) yazılımlar üretiyordu ama bir şey eksikti. Ürettikleri yazılım araçlarını donanım ile birleştirmek için bir kernele (çekirdek) ihtiyaçları vardı. Kısaca bir şema oluşturursak şemanın en alt katmanında donanımımız yer alır, en üstte de işletim sistemimiz bu ikisini birbirine bağlayan şey kerneldir. Yine o yıllarda, Finlandiyalı bir üniversite öğrencisi olan Linus Torvalds bitirme projesi olarak “Linux” adını verdiği kerneli halka açık olarak yayınladığında bizim özgür yazılım felsefemiz tam anlamıyla başlamış oldu. Peki Richard Stallman Linus’un tasarladığı kerneli neden tercih etti? Linus projesini internete yüklerken zaten hiçbir kar amacı düşünmüyordu bu sebeple bizim özgür yazılım felsefemizin direği olan GPL (General Public Licence) lisansı ile internete yükledi. Peki bu ne demekti? Bu lisansa sahip olan yazılımı istediğiniz gibi kullanma, kaynak kodlarını değiştirme, ekleme, çıkarma ve dağıtımını ücretsiz yapma hakkına sahip olmanız demekti. Linus’un yüklediği bu kernel dünya çapında büyük ilgi uyandırmış, dünyanın her yerinden geri dönüşler başlamış ve Linus’un bu projesi büyük bir yol kat etmişti. Çünkü topluluklar kuruluyor, yeni kodlar ekleniyor ve dağıtılıyordu. Bu olayları gören ve takip eden Stallman, Linus’un ürettiği kerneli kendi GNU projesiyle birleştirerek yeni bir işletim sistemi ortaya çıkarttılar. Tamamiyle “özgür” (açık kaynak kodlu) ve “ücretsiz”! Herkesin Linux diye bildiği ama aslında doğru adlandırmanın GNU/Linux olduğu işletim sistemi aslında şu an Richard Stallman ya da Linus Torvalds’a ait değildir. GNU/Linux halkın ve onun için uğraşan herkesindir. Peki ne kadar yaygın bu GNU/Linux? Elektronik alandaki cihazların neredeyse %98’i GNU/Linux işletim sisteminden türemiş veya geliştirilmiştir. Elinizdeki telefonlar, televizyonlar, modemler, Wi-Fi sistemleri, hatta kullandığını bir kahve makinesi bile. Peki neden yaygın bu kadar ve eğer bu kadar yaygın ise biz bunu neden duymadık?

Şimdi bir şirketinizin olduğunu hayal edin ve bir ürün üretiyorsunuz. Ürettiğiniz üründen en az maliyetle en yüksek karı elde etmek istersiniz. Peki bunun konuyla alakası ne? GNU/Linux’un ücretsiz olması ve GNU/Linux’u her türlü amacınız için kullanabildiğiniz için günümüzdeki çoğu şirket GNU/Linux kullanmaktadır. Windows’un üreticisi olan Microsoft bile Hotmail ve bulut sistemlerinde GNU/Linux serverlerini (sunucularını) kullanmaktadır. Kulağa biraz gülünç geliyor öyle değil mi? Onun dışında bankalar, internet servis sağlayıcıları gibi yerler de genelde GNU/Linux kullanıyor. Çünkü ücretsiz olmasının ve kaynak kodlarla kendinize özel değişimler yapabilmek birçok kuruluşun işine gelir öyle değil mi? Peki biz GNU/Linux’u daha önceden neden duymadık? Aslında bu önerme biraz şaibeli. Eğer bilgisayar alemine biraz daldıysanız ya da mesleğiniz gereği bu işlerle ilgileniyorsanız GNU/Linux’u duymama ihtimaliniz yok denecek kadar az fakat diğer kullanıcılar için neden bu kadar yaygın olmadığından biraz bahsedelim. Bunun iki temel sebebi var; birincisi, Microsoft’un akıllıca olan pazarlama politikaları, ikincisi ise GNU/Linux’un eski zamanlarda yeterince kullanıcı dostu olmayan Masaüstü dağıtımları.

Microsoft, kurumsal bir firma olarak yeni satılan bilgisayarlarda default olarak Windows’u ülkelere kolaylıkla soktu. Neredeyse gelen tüm bilgisayarlarda Windows olması nedeniyle geliştirilen uygulamalar vs. Windows işletim sistemi için geliştirildi böylece Windows pazarı yüksek oranda ele geçirdi ayrıca Windows’u korsan olarak kullanmamıza göz yumdu. Bu süreçler ilerledikçe Windows yaygınlaştı ve insanlar aynı bir uyuşturucu gibi Windows’a ihtiyaç duymaya başladı. Microsoft isterse korsan Windows kullanımını durdurabilirdi ama bu işine gelmezdi. Dolayısıyla herkes Windows’u nasıl kullanacağını biliyordu. Şirketler işcilerinin sadece Windows kullanmayı bilmesinin sebebiyle şirketinde Windows kullanmak için Microsoft’a, Windows olsun, Office programları olsun yüklü miktarda para ödemesi gerekiyordu. Windows böylece gündelik kullanıcıları eline almış oldu. Gündelik kullanıcıların da elinde olması nedeniyle bu pazara yönelen şirketler insanlar ya da oyun üreticileri Windows için uygulama geliştirdiler.

İkinci olarak Masaüstü arayüzüne Mac OS X ve Windows, GNU/Linux’tan daha önce geçiş yapmıştır. Bu geçiş kişisel bilgisayarlarının sayısının da eş zamanlı olarak artmasından dolayı bu işletim sistemlerine kullanım açısından büyük bir popülarite kazandırmıştır. Ama GNU/Linux tabii ki bu yarışta geri kalmamış GNOME, KDE, Xfce gibi masaüstü ortamları geliştirerek özgür (açık kaynak kodlu) ve ücretsiz olarak kullanmak isteyen gündelik kullanıcıları da düşünmüştür. Peki biz GNU/Linux kimseye ait değil demiştik, o zaman bunları kim yapıyor veya tasarlıyor? Tabii ki halkın kendisi. Hiçbir kar amacı gütmeden, tamamen gönüllülük esasıyla bir araya gelen insanlar birer topluluk oluşturarak işlerinden arta kalan zamanlarında bu elektronik özgürlük dünyasına katkıda bulunmaya çalışıyorlar.•