Golün futboldaki önemini bilmeyenimiz yoktur. Öyle ki, biri çıkıp “Futbol demek, gol demek” dese, pek azımız ciddi bir itirazda bulunmayı düşünürdük herhalde. Sahiden de futbol oyununu şöyle bir düşündüğümüzde, “gol”e derhal merkezi rol biçme eğiliminde olduğumuzu fark ederiz. Adeta futbolda her şey, ama her şey “gol”ün etrafında dönüyor gibidir; golsüz biten maçlar, tuzu olmayan yemekler gibi en hafifinden eksik, en ağırından anlamsızlıkla damgalanıp, seyirciler açısından sıkıcı bir şey olup çıkar.
Ama öte yandan da gol adeta bir son nokta gibidir; Galeano(1)’nun dediği gibi bir orgazm ânına benzetilebilir. Orgazmla birlikte yaşanan heyecan da bir nihayete erişir, en azından bir süre kendisini hiç göstermez, amaca ulaşılmışlık hissi verir. Nitekim pek çok maçta golü atan takımların, golden önce son derece atak olmalarına rağmen, golden sonra oyunu yavaşlattıklarına çoğumuz şahit olmuşuzdur.
Demek ki gol denen şey bir yandan futbola heyecan katarken, bir yandan da o heyecanı öldürüyor. O halde futbol oynarken gol atalım mı atmayalım mı?
Çoğu kişinin güleceği türden bir soru olduğunun farkındayım. Nitekim “mevcut durumda” gol mefhumunu aradan çıkardığımızda futbolun boşlukta asılı kalacağını söylemek işten bile değil. Gol yoksa futbol da yoktur; bu adeta “Çimento yoksa bina da yok” demek gibidir. Futbola asıl heyecan katanın atılan goller olduğu söylenir. Öyle mi? İyi ama yukarıda zikrettiğimiz aynı Galeano, kitabının başka sayfalarında, gol atmaya yaklaştığında, gol atmayıp geri dönen ve alınan zevki artırmaya çalışan ya da gol atmayı unutacak kadar top oynamaktan zevk alan futbolculardan söz eder.
Demek ki burada bir ayrım yapmak lazım: Gol atmak için oynanan oyun ve golü amaç olarak görmeden oynanan oyun.
Gol atmayı unutacak kadar top oynamaktan zevk alan futbolcular dikkate alınacak olursa, futbola asıl heyecanını veren golden başka bir şey olmalıdır; mesela zekâ dolu çalımlamalar, bir kanattan diğer kanada tam hedefini bulan paslar, omuz omuza mücadeleler, kıvrak hareketlerle diğer oyuncuyu şaşırtmalar – liste uzatılabilir tabiî. Hatta denebilir ki, futbolun en zevk veren kısmı, kalelerden uzakta oynanan kısmıdır ya da hiç değilse topun kale çizgisini geçmeksizin döndüğü, yuvarlandığı, havalandığı her yerdedir. Gol atılmasına yönelik çabalar, kuşku yok ki, tıpkı orgazm öncesi gibi bir gerilim yaratır; ama bu gerilim, orgazmdakinden farklı olarak, kolayca hırsa evrilir ve bu andan sonra gol atabilmek için olmadık sertliklere, kural ihlallerine, kavgalara, gürültülere, bir bakıma düşmanca davranışlara kapı aralanmış olur. Golün atılması, son tahlilde, bir takıma galibiyeti getiren – alışılageldiği üzere – tek araçtır; başka deyişle rakibi alt etmenin olmazsa olmaz koşullarından en önemlisidir. Buradaki anahtar kelime de “zafer”dir. Aslında galibiyet de, rakibi alt etmek de, kazanılmak istenen bir zaferi işaret etmektedir doğruca. Böyle olunca da, topun döndüğü, yuvarlandığı, havalandığı o geniş alan, oyun alanı olmaktan çıkıp, hırsın sergilendiği geniş bir düzlüğe dönüşmektedir adeta; hırsın olduğu bir yerde ise güzel oyundan söz etmek olanaksız hale gelmektedir – artık çirkin oyundan söz edebiliriz.
Peki, ama atılan zekâ dolu çalımlar, hayranlığı hak eden paslar, kıvrak hareketler gol için yapılmıyorsa ne anlam ifade eder ki? Röveşata ile ya da vole ile vurulan top gol olmayacaksa, o röveşata ya da volenin güzelliği eksik kalmayacak mı? Havada falso alan top gol olmayacaksa ya da?
Öte yandan 12-0’lık bir skor da bize zevk vermez. Oysa bol gol vardır; hatta belki de vole ve röveşata ile atılan goller de dâhildir buna.
Bu noktada bir çelişki, sahiden de bir açmaz var gibi görünmektedir. Oysa biraz düşündüğümüzde, çelişki ya da açmaz gibi görünenin, yalnızca futbol üzerindeki egemen yargıların pratikteki birer yansıması olduğunu görebiliriz. Futbol da, diğer toplumsal olgular gibi, egemen kültürel, ideolojik ve siyasal kodlarla biçimlendirilir ve toplumsal hayatın diğer alanlarında işleyen aynı mekanizma tarafından belirlenir. Bu mekanizma, özellikle profesyonel futbolu, bir oyun olarak değil, hayal edemeyeceğimiz miktarda paraların döndüğü devasa bir endüstri olarak görmekte, futbolcuları ve takımları da birer markaya dönüştürmektedir; hal böyle olunca kilit önemdeki slogan da “mutlaka kazanmak” olmaktadır. Kazanmak, birbirine mutlak bağlarla bağlı olan iki anlamda kullanılır futbol endüstrisi içinde: Maçı kazanmak ve para kazanmak! Kuşkusuz “kazanmak” bir kez yegâne ilke haline geldiğinde de, futbol dâhilinde ona karşılık düşecek tek şey kalmaktadır geriye: Gol atmak!
Gol atmak, futbol endüstrisinin işleyişini sağlayan en önemli parçadır o halde.
Oysa gol mefhumu, futbol denen ve ayakla oynanan oyunun, bir oyun olarak kalabilmesinin, diğerleri (top yan çizgiyi geçince taç olması, topa elle değmemek, faul yapmamak vs.) gibi koşullarından yalnızca biridir; evet yalnızca biridir. Gol kendi başına değer yüklü değildir; gol atılmasının her şeyden daha fazla öne çıkması, kendinden menkul bir gelişim yasasının sonucu değil, kapitalizm kaynaklı bireyci ideolojinin sahalara bir izdüşümünün sonucudur.
Asıl sorun ve mücadele edilmesi gereken şey, topun gol olması değildir, aksine bu güzel bir şeydir de. Sorun golü tıpkı zekâ dolu çalımlamalar gibi, tıpkı topa vole ya da röveşatayla vurmalar, harika topuk pasları gibi futbolu güzelleştiren unsurlardan yalnızca biri gibi görmektense, adeta bir savaştakine benzer şekilde, düşman kalesini yıkan top mermileri gibi, zafere götürücü araçlardan biri gibi görmektedir; golün güzel oyunun bir parçası olmaktan çıkartılıp, mutlaka kazanılması gereken maçta hırsımızın kışkırttığı bir eyleme kurban edilmesidir, doğrudan doğruya kazanmak ve kaybetmek ile ilişkilendirilmesidir.
Oysa çok açıktır ki, kazanmak da kaybetmek de, son tahlilde birdir, aynı şeydir; oyunu oyun yapan, oynanmasını mümkün kılan kişiler, eylemler, bir alan ve kurallardır. Kazanmak ya da kaybetmek veya futbol için konuşursak gol atmak, yalnızca oyunu oyun yapan, ama başka bir şey yapmayan eylemlerden, kavramlardan yalnızca biridirler. Üstelik güzel bir oyunun(2) sonunda atılan golün çirkin olması da mümkün değildir; iki takımın karşılıklı olarak güzel bir oyun sergilediği maçta atılan goller, o oyunu güzelleştirir, bu gol atan kadar golün olmasını engellemeye çalışan takım için de geçerlidir. Kuşkusuz endüstriyel futbolun zehri ile zehirlenen bakış açımız, ilk başta bunu kabullenemez; bu ancak, oyunu, çocukluğumuzdaki gibi bir eğlence olarak, salt bir oyun olarak görebilmemizi sağlayacak eleştirel ve özgür bir zihinle mümkün olabilir.
Dolayısıyla, elimizden alınmaya çalışılmasına inat, güzel oyunun var olduğunu ısrarla söylemek lazım ve şunu da eklemek lazım: Gol atmak, güzel oyunun bir parçasıdır ve yalnızca bu kadardır.
(1) Galeano, Eduardo. Gölgede ve Güneşte Futbol. 7.bs. İstanbul: Can Yayınları, 2015. Eduardo Galeano, futbolun çok şey demek olduğu Uruguay’da doğan futbol aşığı bir gazeteci ve yazardır.
(2) Güzel oyundan kastım; her türlü nefret söylemini, şiddeti, hırsı, cinsiyetçiliği, ırkçılığı reddederek, merkezine tek gaye olarak kazanmayı koymaksızın, bunun yerine eğlenceli vakit geçirmeyi amaç belleyen bir oyundur.