İçeriğe geç

Evrim Teorisi: Gerçekte Ne Demek?

Charles Darwin doğa bilimleriyle ilgilenmek ve türleri daha yakından incelemek amacıyla Galapagos Adaları’na vardığında acaba 200 yıl sonra dahi doğruluğu tartışılacak,yüzlerce destekleyici veri varken geçerliliği reddedilecek bulgular elde edeceğinin bilincinde miydi? Nitekim bilim adamlarınca biyolojinin alfabesi ve temel taşı olarak kabul edilen evrim, tarih boyunca hep ruhban sınıfının düşmanlığına maruz kalmış, evrimi din düşmanlığı olarak kabul eden kitlelerin saldırısına uğramış ve hatta bazı geri kalmış ülkelerin eğitim programlarına bile dahil edilmemiştir. Tüm bunların daha iyi anlaşılması için evrim teorisinin iyice okunması, teorinin incelenirken önyargılardan arınılması ve teorinin belli kesimlerden saldırıya uğramasına neden olan noktalarının dikkatlice irdelenmesi gerekir.

Evrim Teorisi Nedir?

Evrim teorisi, Charles Darwin’in türleri daha yakından incelemek için keşfe gittiği Galapagos Adaları’ndaki incelemeleri sonucu kaleme aldığı “Türlerin Kökeni” adlı eserinde detaylıca anlatılan ve günümüz türlerinin tarih boyu öncül türlerden evrilerek günümüzdeki hallerine dönüştüklerini varsayan teoridir.

Sanılanın aksine teori Darwin’in yalnızca adada yaptığı gözlemlerin bir ürünü değil, yaşamı boyunca üzerine çalıştığı tüm gözlemlerinin ve fikirlerinin ulaştığı son noktasıdır. Darwin teorisini gözlemlerle desteklemekle beraber, konuya bilimsel bir bakış açısıyla yaklaşıp yaptığı gözlemlere de mantıksal ve bilimsel açıklamalar sunar. Yaptığı gözlemlerde adadaki türlerin uzuvlarının ve organlarının yer yer anakara ile benzerlik gösterdiğini, kara hayvanlarında su hayvanlarına özgü uzuvların benzerlerinin var olduğunu fark eden Darwin, bilim dünyasının sırf bu gözlemlerle bir keşfe asla evet demeyeceğini bildiğinden önce bu benzerlikleri bilimsel olarak açıklamaya girişti.

Yaptığı uzun incelemeler sonucunda Darwin bu benzerliklerin canlıların bulundukları ortamdaki hayatta kalma şanslarını yükseltmek için nesilden nesile edindikleri kalıtsal adaptasyonlar olduğu kanısına vardı ve bu görüşüne ” Doğal Seçilim” adını verdi. Bu fikre göre canlılar yaşadıkları ortamın sıcaklığı, yüksekliği, bitki örtüsü, suya uzaklığı-yakınlığı gibi ekolojik faktörlere göre görünüşlerini, uzuvlarının kabiliyetlerini ve organlarının fonksiyonlarını nesilden nesile zorunlu adaptasyonlarla değiştiriyor, bunu yapamayan türlerse diğer türlere oranla güçsüz kalıp yok oluyordu.

Teori Darwin’in kendi sözleriyle şöyle açıklanabilir: “Her canlı türü, yaşaması mümkün olandan daha fazla birey doğurduğundan, ve bunun sonucu olarak sık sık tekerrür eden bir hayatta kalma savaşı mevcut olduğundan, yaşamın karmaşık ve zaman zaman değişen koşullarında kendisine fayda sağlayacak herhangi bir değişikliğe sahip olan her canlı, hayatta kalmada daha yüksek şansa sahip olacak ve doğal olarak seçilecektir. Kuvvetli kalıtım prensibi sayesinde, seçilen her cins kendi yeni ve değişik formunu yayma eğiliminde olacaktır.”

Evrim teorisi işte bu doğal seçilim tanımının üzerine oturtulmuş, türlerin uzun süreler boyunca gösterdikleri adaptasyonlar sonucu onları bir zamanlar “o tür” yapan özelliklerini yitirerek ya da değiştirerek çok uzun süreçlerle(bazen milyon yıllara yayılan) başka bir türe dönüştüklerini açıklayan teoridir. Evrim mekanizması prensip olarak çok basit biyolojik temellere dayanır. Bu temel “bir gen havuzunda bulunan ve sonraki nesillere aktarılacak olan bir karaktere ait allel genlerin miktarının değişmesi” olarak basite indirgenebilir. Örneğin karada yaşayan bir canlı türünün ekosisteminde biyolojik olarak kısa bir sürede meydana gelen sıcaklık değişimlerinde canlının gen havuzunda ten rengini belirleyen genlerin miktarında meydana gelecek değişimler sonucu bu canlı nesiller sonra bu sıcaklığa uyum sağlayacak bir ten rengi edinebilir. Bu bulgulara bakılarak doğal seçilim ve evrim kavramlarının birbirlerinin nedeni veya sonucu olmadıkları, aksine bir korelasyon ilişkisi içinde oldukları anlaşılır.

Evrim Teorisinin Tarihsel Gelişimi

Evrim teorisi de en az Newton’un Hareket Kanunları ya da Lavosier’in Kütle Korunumu Kanunu kadar bilimsel olduğundan sorgulanabilirliği ve geliştirilebilirliği limitsizdir. Nasıl ki modern fizik Newton’un ışık hakkındakı görüşlerini kısmen yanlışladıysa, evrim de karşıt kanıtlarla bilimsel olarak yanlışlanabilir veya sorgulanabilir. Yanlışlanabileceği gibi yeni bulgularla teorinin bir önceki evresindeki bulguların kabul edilebilirliği değiştirilip teori yenilenebilir. Nitekim bilimi dinden ve gündelik bilgiden ayıran bu sorgulanabilirliği ve her zaman geliştirilebilirliği, yani dogma olmayışıdır.

Nitekim evrim teorisi de 1800’lü yıllarda Darwin’in ürettiği şekliyle kalmamış, bilim geliştikçe evrimi destekleyecek ve teoriyi genişletecek yeni bulgulara ulaşılmıştır. Darwin’in ancak mantıksal bağlarla birbirine bağlayabildiği ve gözlemlerle destekleyebildiği doğal seçilim-evrim ilişkisi 1942 yılında Julian Huxley tarafından populasyon genetiği ve moleküler biyoloji ışığında bilimsel olarak da ispatlanmıştır.

Günümüzde evrim tüm modern ülkelerde ve dünyanın öncü üniversitelerinde biyolojinin temel taşı olarak anlatılır ve bilim insanları tarafından artık bir gerçeklik olarak kabul edilir. İnsanın kuyruk sokumu, yunusların fetüs döneminde kara hayvanlarına özgü ayaklar çıkarıp bu ayakları hamileliğin ilerleyen dönemlerinde kaybetmeleri, insanların maymunlarla aynı kan proteinine sahip olması, maymunlarla insanların protein dizilimlerinde 20 üzeri 100 farklı ihtimalle meydana gelebilecek olan dizilişler arasında yalnızca 54. proteinde bir farklılık olması, hakkında kitaplar yazılan bir teoriye ancak başlangıç aşaması için küçük ispatlar sunabilir.

Evrim Neden Bu Kadar Tepki Çekiyor?

Bu sorunun cevabı 2 basit olgudan oluşuyor. Birincisi ve asıl önemli olanı evrim teorisinin insanoğlunun bin yıllardır var oluşunu “tanrıya” ya da “metafiziksel üstün varlıklara” bağlamasına bir son vereceği.

Tarih boyunca büyük ya da küçük çaplı tüm dinler insanoğlunun varlığını kendi kitlesel tanrılarının lütfuna bağladılar (nitekim varoluş da bilimin olmadığı ilkel toplumlarda açıklanamayan ve açıklanamadığı için sebebi bir üst akla bağlanan olgulardandı). Ancak evrim, insanoğlunun varoluşunu başka canlılardan evrilmesine, adaptasyon ve mutasyonlara bağladığı için ruhban sınıfı her zaman evrime karşı çetin bir savaş yürüttü. Din adamlarının otoritelerini ve kitle kontrollerini sarsacak olgulara karşı verdikleri ilk savaş değildi bu elbet, aynı mücadele rönesans döneminde dünyanın yuvarlak olduğunu iddia eden Galilei’ye karşı da verilmişti. Yani dogmalar her zaman evrimin kök salmasına kısır engeller çıkardılar ve bilimin ilerleyişine taş koymaya çalıştılar.

Yerçekimi Teorisi gibi diğer sayısız bilimsel teori yerine özellikle ve inatla evrim Teorisi’ne saldırılmasının bir diğer nedeni ise evrim teorisinin “insanoğlunun üstün ırk kılındığı” inancını yıkması. Evrim ve popülasyon genetiği modern maymunlar ve insanların(insansıların da modern maymunlar içerisinde yer aldığını hatırlatalım) tarihin bir evresinde bir ortak ata paylaştığını söyler. Basitçe açıklanacak olursa, milyonlarca yıl önce yaşamış bir X türünün modern zamandaki torunları şempanzeler, orangutanlar, insanlar vs.dir. Lakin bu ilke bu kimselerce reddedilmekle kalmıyor, aynı zamanda topluma da yanlış lanse ediliyor. Bu kimseler insanların ve maymunların ortak ata paylaştıkları gerçeğini “İnsanlar şempanzeden mı geldi?” gibi alakasız ve yanlış bir olguya dönüştürerek bir yanlış anlaşılmaya yol açıyor. Bu da ne yazık ki eğitimsiz toplumlarda çabucak kabul görüyor ve evrim daha neyi reddettiğini bilmeyen kimseler tarafından reddediliyor (Evet, bence de Darwin mezarında birden çok kez ters dönmüştür).

Son Söz

Bilindiği üzere MEB lise son sınıf müfredatından Evrim konusunu çıkardı. Yani liseden mezun olup bir üniversitede okuyacak olan genç, bilimin ve eğitimin yuvası ve kalesi olan yüksek öğretim kurumlarına biyolojinin temel taşlarına ve insan ırkının varoluşuna dair tek bir kelime öğrenmeden gelecek. Evrimin aydınlatıcı ve dogmaları yok edici ışığından korkan bireyler bu ülkeyi bilim alanında uluslararası mecralarda temsil edecek kimseler olamazlar. “Zorunlu” kisvesi altında henüz 10 yaşındayken öğrenimine başlanıp fen liselerinde dahi zorunluluğu devam eden ve üniversiteye geçiş sınavlarının ilk aşamasında tüm adaylara zorunlu olarak sorulan din kültürü ve ahlak bilgisinin müfredatına dair hiçbir inkılapçı ve aydınlıkçı yenilik yapılmaz, bu ders her inançtan ve inançsızlıktan insanlara zorunlu tutulurken insan ırkına ve bilime ışık tutacak evrimin görmezden gelinmesi kabul edilemez. Umuyoruz ki ülkemiz ve tüm dünya bir gün bilimin dogmaları yenişine bir kez daha şahit olacaktır.