İçeriğe geç

#direnTaşkışla

Klasik kolonlu kapıdan girip, serin koridorlarda yürüyoruz. Yüksek tavanları, kemerli pencereleriyle kocaman derslikler. Dersliklerde mimari bölüm öğrencilerinin proje çalışmaları… Koridorun bir ucunda Mimar Sinan büstü, diğer ucunda Venüs heykeli… Bir yolunu bulup da kaybolmadan terasa çıkabildiysek itiraf edelim manzaranın orta yerindeki ‘’gökkafes’’i nasıl yok ederdik diye düşünüyoruz. Keyifler biraz kaçıyor ama olsun, bugün hava güzel. Projeler arasında yaratabildiğimiz ilk fırsatta ortabahçeye inip bir ağaç gölgesi serinliğinde kendimizi çimlere bırakıyoruz.

Taşkışla’dayız. İTÜ Mimarlık Fakültesi’ne hizmet eden, yaşanmışlıklarla dolu bir binada. Bakmayın bu kadar sakin durduğuna, günümüzde İTÜ ‘nün simgesi haline gelmiş tarihi bina Taşkışla’nın en az kendisi kadar köklü bir geçmişi ve rantperverlere karşı kazanılmış bir mücadelesi var.

İlk olarak tarihiyle başlayalım: İngiliz mimar William James Smith ve yardımcısı İstefan Kalfa tarafından 1846-1852 arasında, Yeni Rönesans uslübunda yapılan bu bina Askeri Tıbbiye’ye hastane olmuştur. 1860 yılında ise Dolmabahçe Sarayı’nı korumak üzere görevlendirilen askerler için kışla olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1943– 1950 yılları arasında Taşkışla, İTÜ’ye verilmiş; dönemin önde gelen mimarları Prof. Emin Onat ile Prof. Paul Bonatz’ın çabalarıyla üniversite binası olarak restore edilmiştir. Mimarlık ve İnşaat Mühendisliği Fakültesi olarak kullanılmaya başlanan tarihi kışla aynı zamanda rektörlük merkezi binası olarak da kullanılagelmiştir. Peki hastane, kışla, üniversite derken ‘’otel sevdası’’na nasıl gelinmiştir?

Gerek konumu gerekse tarihi değeriyle dikatleri üzerine çeken Taşkışla geçmişten beri rantperverlerin odak noktası olmuştur, ne yazık ki olmaya da devam etmektedir. İTÜ’nün Ayazağa’da yeni bir kampüs girişiminde bulunmasıyla sadece otelciler değil askerler de bu tarihi binaya talip olmuşlardır. Dönemin hükümeti tarafından kampüs yeri gösterilen bölge için İTÜ kampüs proje yarışması başlatmış fakat daha sonradan bu bölgenin Milli Savunma’ya ait olduğu ortaya çıkmıştır. Hal böyle olunca İTÜ ve hükümetler arasında sancılı bir dönem başlamıştır. Sonunda arazinin bir kısmı Milli Savunma Harp Akademisi için ayrılmış kalan kısım İTÜ’ye verilmiştir. Tabii ki bu kadarla kalınmamış karşılığında Taşkışla’nın askeriyeye iadesi istenmiştir. Ancak yapılan anlaşmanın 3. maddesine bakıldığında sadece İTÜ’nün Ayazağa kampüsü için ayrılan araziden bahsedildiği, bunun karşılığında Taşkışla’nın verileceğine dair herhangi bir kayıt bulunmadığı bilinmektedir.

İTÜ’nün şehir içindeki kampüslerinin yanı sıra eğitim olanaklarını Ayazağa’daki yeni kampüsüne de taşımak ve geliştirmek istediği günden beri İTÜ’nün merkez binası Taşkışla’yı terk ettiği veya terk etmesi gerektiği gibi bir algı oluşmuştur. Bu algıyla beraber çeşitli kurumlar fırsattan istifade Taşkışla’yı elde etme çabalarına girişmiştir. Taşkışla binasının mülkiyetinin İTÜ’de olmaması ise hükümetin İTÜ’lü yöneticiler üzerinde çeşitli baskılar kurmasına sebep olmuştur. Sonunda bırakın Taşkışla’nın değerini herhangi bir fakülte yapımına bile yetmeyecek ‘’sözde yarar’’ karşılığı bu binayı otel yapılması için elden çıkarmaya zorlamışlardır.

Dönemin yükselen markası Es-Ka, İTÜ’nün merkez binası Taşkışla’nın dış cephesine restorasyon gerekçesiyle alelacele iskelelerini kurmuştur. Aslında bu iskele kuruluşu çift amaçlıdır: Es-Ka firmasının bu girişimi 21 Temmuz 1986 Pazartesi günü törenlerle kutlanırken aynı gün Ayazağa’da Taşkışla binası karışılığında üstlendikleri binanın temel atma törenini de yapmışlardır. Aynı zamanda iskele kurma töreni, Taşkışla’nın yerine yapılacak La-Plaza otelinin inşaatına da başlangıç olarak sergilenmiştir. Bununla da kalınmayıp Taşkışla’nın giriş holüne 21.08.1986 tarihli La-Plaza oteli pankartı asılmıştır. Dönemin başbakanı Özal da dahil olmak üzere bu rezilliğin destekçisi çoktur. Yarım asırdır İTÜ’ye ev sahipliği yapmış, köklü bir eğitim yuvası olmuş olan bu tarihi eserin otel yapılması kadar trajikomik bir durum yoktur. Törenin yapıldığı gün yapılacak otele dair iki tane pespektif sergilenmiştir: Perspektiflerin birisinde Taşkışla’nın giriş cephesi görülüyor, girişin klasik kolonlu alnına demir konstrüksiyon bir cam saçak uydurulmuş, kolonat mahvedilmiş, hiçbir zaman kabul edilemeyecek bir şey. Bu saçak, altına yanaşan Roll’s-Royce’lar ve Jaguar’lardan inenleri yağ- murdan koruyor. İkinci perspektif ise iç avludan: Garsonlar avluda servis yapıyorlar. Fonda, kat yükseklikleri bölünerek oluşturulmuş yatak odalarının orta avluya bakan rastgele süslemeli balkonları görülüyor. Zeminde , bina, iç cephesine bir takım kapalı camekan yamanmış. Bütün bunlar eski eser korumacılarının sessiz kalamayacağı şeylerdir. Anlaşılacağı üzere Taşkışla’nın planına, ölçülerine, özellikle kat yüksekliklerine bakıldığı zaman bu kuruluştaki bir binanın otel olabilmesinin akla gelecek en son şey olduğu görülebilmektedir. Bu da akıllara otelcilerin aslında binanın yerine ve çevre arazisine göz koyduklarını getirmektedir.Fakat tutarsız ihtiraslara kurban edilerek İTÜ’den koparılmak istenen Taşkışla sahipsiz değildir! İçinde bulundukları üniversitelerin onlara ait olduğunun bilincinde olan İTÜ öğrencileri ve öğretim görevlileri bu değerli yapıyı korumak için sonuna kadar mücadele etmişlerdir. Bir çok aydın da bu haklı mücadelenin destekçisi olmuş, Taşkışla’nın İTÜ’lülerden alınıp rantperverlere peşkeş çekilmesine sessiz kalmamıştır.

İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof. Erol Kulaksızoğlu yaşanılan süreci şöyle anlatmaktadır:

Sıcak bir temmuz günü. Taşkışla, sarı kasklı Es-Ka’lılar tarafından kuşatılıyor. Yapının Açıkhava Tiyatrosu’na bakan yüzüne iskele kuruldu bile. İTÜ’nün bu tarihi merkezini 5 yıldızlı La Plaza Oteli’ne dönüştürecek olan müteahhit Mercedes’inden indi. Yanında Japon kurmayları var… Sarı kasklı Es-Ka’lılar daha da hızla yükseltiyorlar iskelelerini şimdi… Üç gün önce ilk çiviyi ‘Hayırlı olsun’ dilekleriyle, ‘küttedek’ çakan işbitirici sayın Başbakanlarından aldıkları güven ve hızla…İçeride tam bir suskunluk var. Alınlarının ortasına, beklemedikleri biçimde çiviyi yiyenlerin suskunluğu.Ve dışarıda, kuşatmacıların çekiç sesleri. İskeleleriyle yükseldikleri dersliklerin pencerelerinden giriyorlar. İzin bile isteme gereğini duymuyorlar. Hem de ders sırasında…

Bu satırlarda yer alan yıllarını mesleğindeki gelişmelere, öğrencilerine vermiş, yurttaşlarının daha iyi çevrelerde yaşamaları için çaba harcamış bir aydının acısıdır. Ve karşısında duran ‘’ilk çiviyi’’ çakarak süreci başlatan zihniyet ise ‘’İstanbul’a ne kadar önem versek azdır. Otel sayısı çok az. Otel var, ama kaliteli otel olarak üç otel var. Altı milyonluk bir şehir için çok az. Türkiye turizm bakımından şahane bir ülke. Bu ülkeye ressamın fırça darbeleri gibi birtakım ilaveler yapıp güzellikler katmak, çirkinlikleri kaldırmak lazım.’’ söylemleriyle, yakın geçmişte ‘’Oraya bir garip şey dikmişler. Ucube.’’ diyerek İnsanlık Anıtı’nı yıkan zihniyetten farklı değildir. Taşkışla gibi tarihi bir eser böylesine bir zihniyet sonunda onu yıllarca kullananların elinden pervasızca çekilip alınmak istenmiştir.

Manzarası ve konumu güzel her eski eserin, rastgele otel yapılmak istenmesi, yeşil alanların ‘’işlevsiz’’ görülerek yerine avm veya plazaların dikilmesi bugün salgın bir tutku ve yanlış bir zihniyet halinde sürüp gitmektedir. Şüphesiz bunda son yıllardaki giderek artan toplumu yozlaştırma çalışmalarının etkisi büyüktür. Ülkenin kalkınmasının birincil koşulu olarak öngörülen daha fazla işin üretilmesi, giderek daha fazla sermaye birikimi, sonunda bir değer yargıları değişimi doğurmuştur. Para ve kazanç herşeyin ölçü birimi haline gelmiştir. Üstelik günümüzde sürekli değişen eğitim sistemi ve müfredatlarla bu yıkım ve yozlaşma süreci yeni nesillere katlanarak aktarılmaktadır. Oysa ki Taşkışla mücadelesinde önemli bir rol alan İTÜ öğrencileri gerici zihniyete karşı aydın kimliklerlerini ortaya koymuşlardır. Taşkışla binasında eğitim veren İTÜ’nün Gemi İnşa ve Deniz Bilimleri ile Mimarlık Fakülteleri öğerncilerinden bir bölümü BİL-SAK’ta düzenledikleri basın toplantısında, Taşkışla’nın İTÜ’nün bir simgesi olduğunu ve okul olmasa bile bu binasnın ileride İTÜ’nün çeşitli kültür ve bilimsel çalışmalarında bir konferans merkezi olarak da işlev görebilceğini belirterek, ‘’Ders yılı bitince okulu terketmeyeceğiz. Bizi zorla çıkarabilirler. Ama bizim kendiliğimizden burayı terketmediğimizi tüm kamuoyu görecek!’’ diyerek, seslerini duyurmuşlardır. Örgütlü bir mücadelenin başlangıç adımı olarak bakabileceğimiz bu olaydan sonra öğrenciler durmamış, dışardan gelen baskılara rağmen tepkilerini göstermeye devam etmişlerdir. Taşkışla binası önünde toplanan öğrenciler merdivenlerde oturma eylemi yaparak daha sonra el ele tutuşup uzun bir kuyrukla binayı korumaları altına almışlardır. İTÜ’nün yıldönümünde rektör Prof. Kafalı’nın konuşmasında sonra alkışlarla kürsüye gitmek için yerlerinden kalkan öğrencilerin önleri kesilse de buraya ‘’Taşkışla İTÜ’nündür’’ yazılı bir çelenk bırakıp salonu terk etmişlerdir. Mimarlık fakültesi öğrencileri Taşkışla’nın otel yapılmasını eleştiren ‘’15 Dakikada Taşkışla’’ adlı tiyatro oyunu ile süreci protesto etmiş, ‘’Taşkışla’da öğrenciler çıkınca işçiler girecek. Şimdiden çalışmalara başladılar bile. Dersler yapılırken iskelelerini kurdular. Biz olayın iç yüzünü biliyoruz. Öteki insanlara da anlatmak istiyoruz. Bunu duyurmak için eylemlerimiz sürecektir. Taşkışla’yı terketmeyeceğiz.’’ sözleriyle pes etmeyeceklerini duyurmuşlardır.

İTÜ öğrencileri ve öğretim görevlilerine dışardan da destek çoktur. Bu yozlaşmanın karşısında durmak için birçok kuruluş medyada yer almış, otel yapımının durdurulması için çalışmalar yürütmüşlerdir. İTÜ Mimarlık Fakültesi ve TMMOB, Mimarlar Odası, tarihi Taşkışla binasının otel yapılmasına izin veren, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye ve Gümrük Bakanlığı kararlarının iptali için idare mahkemesinde dava açmıştır. Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu’nun, Taşkışla için 1. sınıf tarihi eser ve ‘aynen koruma kararı’ varken ve bu karar hukuki varlığını korurken, otele dönüştürme projesinin uygun olduğuna dair karar vermesinin, yasadışı olduğu belirtmiştir. Yalnız bu gerçek dahi, Taşkışla’yı otele dönüştürme girişiminin tutarsızlığını kanıtlamaya yeterlidir.

En sonunda mahkemeden beklenen karar çıkmıştır ve otel yapımı durdurulmuş, Taşkışla, olması gerektiği gibi İTÜ’ye verilmiştir. Bu hiç şüphesiz mücadeleyi bırakmayan İTÜ öğrencileri, öğretim görevlileri ve onlara destek veren toplumun bir başarısıdır. Ne yazık ki bu olay Taşkışla tarihinde bir kere yaşanmış olarak kalmayacaktır: Günümüzde giderek arttırılan kontenjanlarla Taşkışla’nın kapasitesini doldurup ‘’artık sığamıyoruz’’ diye düşünmemezi sağlayan, bizi kendi irademizle göndermeye çalışan bir sistemle karşı karşıyayız. Kendi zayıfllıklarını ve korkularını üniversiteler üzerinde kurduğu baskılarla kapatmaya çalışan bu sisteme karşı, yine üniversitelerin asıl sahibi biz öğrenciler, ürettiğimiz sanatla, bilimle ve örgütlü mücadelemizle direnmeye devam edeceğiz.


Kaynaklar:

  1. http://www.degisti.com/index.php/archives/13313