Bu sene 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü, ekonomik krizin en yakıcı olduğu ve emekçi halkın giderek yoksullaştırıldığı bir dönemde karşılıyoruz. Türkiye’nin birçok yerinde baş gösteren onurlu işçi direnişleri gelecek günlere dair umudumuzu taşırken ‘’hepimiz aynı gemideyiz, cefasını da birlikte çekeceğiz’’ söylemlerine karşı da en güzel cevabı veriyor. Tabii ki bu durumdan her kriz döneminde olduğu gibi yine en çok kadınlar etkileniyor.
Güvencesiz işlerde çalışmaya mecbur bırakılan, bakım emeği hiçe sayılan, düşük ücretlere tabii tutulan kadınlar, kod-29 ile kolayca işten çıkartılıyor. Kreş hakkı, sağlık hakkı, nafaka hakkı gibi temel haklarını kazanmak için mücadele etmek zorunda bırakılan kadınlar aynı zamanda eşit, özgür ve laik bir ülke kurabilmek için 25 Kasımlarda, 8 Martlarda ve tabi ki hayatlarının her alanında bu mücadeleyi büyütüyor. Kadınların ne giydiğinden ne yiyip ne içtiğine, nerde ne zaman bulunduğundan ne şekilde konuşup gülmesi gerektiğine kadar baskı altına alınmaya çalışılması kadın mücadelesinin yarınları kurma iddiasını taşıması gerektiğini açıkça gösteriyor.
İçinde bulunduğumuz duruma daha yakından bakarsak kadınların, mahkum edilmek istendikleri güvencesizliğe, geleceksizliğe ve yoksulluğa mecbur olmadığı; eşit, özgür ve laik bir şekilde yaşayabildiği yeni bir ülkeyi nasıl kuracağının ve bunun için nasıl bir mücadele vermesi gerektiğinin cevaplarını da bulabiliriz.
Pandemiyi kadın düşmanı politikalarını uygulamak için fırsat bilen AKP iktidarı, yobaz çetelere yaranabilmek için önce İstanbul Sözleşmesi’ni feshetti, şimdi de AKP Genel Başkanı Erdoğan İstanbul Sözleşmesi’nin adının dahi ağza alınmasına müsaade etmeyeceklerini söyleyerek kadınlara açıkça meydan okuyor. 6284 sayılı kanun kadınlar için uygulanmazken Boğaziçi Üniversitesi’nin kayyum rektörü Naci İnci’nin sıra arkadaşlarımızdan ‘’korunması’’ için uygulanıyor. Failler cezasızlık düzeni ile cesaretlendiriliyor; sırtını AKP’ye dayayan, sermaye düzeninde yer alan, nüfuz sahibi olan bütün failler korunup aklanıyor. Yurttaşlık haklarından dahi mahrum bırakılan kadınlar için yaşamak başlı başına bir mücadele başlığı haline gelirken failler değil hayatını savunan Çilem Doğan cezalandırılıyor. Dinci-gerici iktidarın uyguladığı politikalar ve toplumsal yaşamdaki müdahaleleri ile özgürlüklerimiz gasp ediliyor, çocuk yaşta evliliklerin, kadın üniversitelerin önü açılmaya çalışılıyor. Kampüslerimizde, iş yerlerimizde, yaşam alanlarımızda şiddetin her türlüsü artarak devam ediyor.
Sadece bunlara bakarak bile karşımızda var olanın iktidarıyla, sermayesiyle, gerici çeteleri ile örgütlü bir kadın düşmanlığı olduğunu söyleyebiliriz. Kadınlara yönelik artarak devam eden sistematik saldırılar, faillerin beslendiği cezasızlık düzeni, toplumsal yaşamımızdaki dinci-gerici yaptırımlar, maruz bırakıldığımız güvencesizlik ve geleceksizlik bu örgütlülükten besleniyor. Hayatlarımıza, haklarımıza, özgürlüklerimize, emeğimize saldıranlar bu örgütlülükten cesaret alıyor. İşte tam da bu yüzden kadınlar olarak bize düşen en büyük görev mücadelemizi örgütlemek. Karşımızdaki kadın düşmanlığını ancak bu şekilde yenebiliriz: öfkemizi, emeğimizi, mücadelemizi örgütleyerek.
Bizler yeri geldiğinde yasaları değiştiren, iktidara geri adım attıran, tüm baskılara rağmen geceleri de sokakları da meydanları da terk etmeyen kadınlarız. Bizler kampüslerimizde şiddetin hiçbir türüne geçit vermeyen, iş yerlerindeki tacize-mobbinge karşı sesimizi yükselten, dayanışmamızla barikatları aşan kadınlarız. Bizim payımıza bu ülkede eşitsizlikten, şiddetten, geleceksizlikten, güvencesizlikten, yoksulluktan ve sömürüden başka bir şey düşmüyorsa kadın düşmanlarını bu memleketten kovacağız; kadınların eşit ve özgür yaşayacağı laik bir ülkeyi bizler mücadelemizle kuracağız. Gücümüzü bu topraklardaki yüzyılları aşkın mücadelemizden; 1908’lerde Hürriyet Meydanında “Yaşasın vatan, Yaşasın millet, Yaşasın Hürriyet” diye nutuk veren Emine Semiyelerin, 1987’de “Dayağa karşı yürüyoruz.” diyenlerin, Kırmızılı Kadınların, Çilemlerin, Nevinlerin, Havva Anaların mücadelesinden alarak kadınlara kazandıracak bir mücadeleyi sürekli kılacağız. Karşımızda örgütlü bir kadın düşmanlığı varken mücadelemizi sürekli ve örgütlü kılmak, kadın düşmanı iktidarı durdurmak bize düşen görevin büyük bir parçası. Gerici saldırılara karşı laikliği kazanmak için, eşit özgür sömürüsüz yaşayacağımız bir ülke kurmak için, geleceğimizi kazanmak, yoksulluğa son vermek için bu 8 Mart’ta da mücadelemizi büyüteceğiz.
Daha azıyla yetinmeyeceğiz: Şiddetsiz, sömürüsüz, laik bir ülke kuracağız!