“(…)
anne bul beni Arjantinli annelerin arasında,
Plaza de Mayo’da,
anne bul beni Galatasaray Meydanı’nda.
Bul beni Ramallahlı annelerin,
Gazzeli annelerin,
anne bul beni Varşova gettosunda.
anne bul beni Nico’nun Bart’ın İtalyan annelerinin gözlerinde!
anne bul beni,
bul beni!”
Cumartesi Anneleri, Arjantin’de cunta yönetiminin zorla yok ettiği çocuklarını bulmak için Plaza De Mayo Meydanı’nda toplanan annelerden esinlenen; 27 Mayıs 1995’ten beri her cumartesi günü saat 12.00’de Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemleri düzenleyerek gözaltında kaybolan yakınlarını ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arayanlardan oluşan bir topluluktur.
Nasıl başladı? Talepleri nelerdi? Süreç içerisinde neler oldu?
21 Mart 1995’te Gazi Mahallesi olayları sonrası gözaltına alındıktan sonra Hasan Ocak ortadan kayboldu. Annesi Emine Ocak, ailesi ve arkadaşları 55 gün boyunca Hasan’ı aradı. Ardından geçen süreçte, Hasan Ocak’ın işkence edilmiş bedeninin İstanbul’da Beykoz’da bir ormanda köylüler tarafından bulunduğu ve kimsesizler mezarlığına gömüldüğü ortaya çıktı. Hasan’ın cesedine ulaşılmasının ardından kayıplara karşı adalet arayışı, bir insan hakları mücadelesine dönüştü ve ilk kez 27 Mayıs’ta, 15-20 kişilik bir grup, Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yaptı.
Nadire Mater’in de aralarında bulunduğu “Arkadaşıma Dokunma” kampanyasını yürüten bir grup, Hasan Ocak’ın cesedinin bulunmasıyla “Her Cumartesi aynı saatte Galatasaray Meydanı’nda sessizce oturalım.” fikrini ortaya koydu. Oturma eyleminde örgüt pankartı olmayacaktı, slogan atılmayacaktı ve her hafta bir gözaltında kaybedilenin öyküsü anlatılacaktı. Medya oturan insanlara “Cumartesi Anneleri” adını taktı.
Türkiye’de darbe dönemleri ile 1990’lı yılların başında sık yaşanan kaybolma olgusu insan hakları savunucularının öncelikli mücadelesi haline geldi. İnsan Hakları Derneği (İHD), 1992 yılında “Kayıplar Bulunsun” sloganıyla zorla kaybedilen kişilere karşı ilk kampanyasını başlattı. Bu kampanya, 1995 yılında Cumartesi Anneleri’nin mücadelesiyle ülke çapında yankı uyandıran bir harekete dönüştü.
Hükümetler hem anayasadan hem de Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerden kaynaklı, kaybedilenlerin akıbetini bulmak ve kaybedenleri cezalandırmakla yükümlüdür, bu onların yasal görevidir. Ne yazık ki hükümetler bu yasal görevlerini yerine getirmedi. Yargı da devletin gücü karşısında yurttaşı korumakla yükümlüdür, yargının ana var oluş nedeni budur. Ama Türkiye’de bu yargı, görevini yerine getirmiyor. Dolayısıyla insan haklarından yana, yaşam haklarından yana, demokrasiden yana siyasi bir iradenin olmaması ve yargının da bu tür yurttaşa karşı işlenen suçlarda, yurttaşı korumak yerine devletin görevlilerini koruması, Cumartesi Anneleri’nin doğmasına neden oldu. İnsan hakları savunucuları ve kayıp yakınları bu sorunun siyasi iradeyle yani hükümetlerle çözülemeyeceğini görüp sorunu kamuoyuna taşımaya karar verdiler çünkü bu sorunun toplumsal bir mesele, insanlık meselesi olduğunu göstermek istediler.* Kısacası Türkiye bir hukuk devleti olmadığı için, yargı asli görevini bugüne kadar yerine getirmediği için ve toplumu bilgilendirmek daha doğrusu gerçekleri topluma duyurmak görevindeki medya, işini yapmadığı için Cumartesi Anneleri; hakikati topluma açıklamak, hakikate sahip çıkmak ve adaletin sağlanmasını talep etmek üzere kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.

Eylem ilk ayını doldurmadan polisin saldırısına uğradı. Annelerin yanı sıra onlarla birlikte hareket eden insan hakları savunucularına da baskı ve tehditler her hafta yinelendi. Uluslararası İnsan Hakları kuruluşlarının raporlarında özel bir yer bulan “Türkiye’de gözaltında kaybolanlar” başlığı, iktidarların uluslararası görüşmelerinde de bir gündem maddesi haline geldi.
15 Ağustos 1998’de başlayan polis saldırısı ve gözaltılar, 13 Mart 1999’a kadar sürdü. Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları daha Galatasaray’a gitmeden yolda, hatta kafelerde dövülerek gözaltına alınmaya başlandı. Baskıların sürmesi üzerine Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları, 200. haftadan itibaren oturma eylemine ara verdi.
Fakat kayıp anneleri 1999’daki ağır devlet baskısı ve polisin saldırıları nedeniyle sona erdirdikleri cumartesi eylemlerine, 10 yıl sonra, 2009’da yeniden başladı. 31 Ocak 2009’dan beri, 1915’te kaybedilen Ermeni aydınlarını da kayıplarının arasına katarak, sessiz oturuşlarına devam etmektedirler.
23 Temmuz 2016 itibarıyla 591. buluşmalarını gerçekleştiren ailelerin başlıca talepleri; kayıpların devlet arşivlerinde kayıtlı akıbetlerinin açıklanması, faillerin yargılanması, Türk Ceza Kanunu’nda zorla kaybetme suçunun insanlığa karşı suç kapsamında zaman aşımına** uğramayacak şekilde düzenlenmesi ve Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Gözaltında Kayıplar Sözleşmesi’ni imzalamasıdır.
700. Hafta
25 Ağustos 2018 Cumartesi günü, 700. kez bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri ve onlara destek verenler, polisin engellemesiyle karşı karşıya kaldılar. İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla, Beyoğlu Kaymakamlığı, Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’ndaki 700. toplantısını yasakladı. Polis, meydana yürümek isteyenlere göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi ile müdahale etti, çok sayıda kişi gözaltına alındı. Yapılan müdahalede kayıp yakınları yaralanırken birçokları da gözaltına alındı. İçişleri Bakanı, polis müdahalesinin sebebini aşağıdaki sözleri ile açıklamaya çalıştı:
“Yapılmak istenen çok açıktır. Annelik kavramı üzerinden bir mağduriyet oluşturup, hem teröre bir mağduriyet maskesi giydirmeye çalışıyorlar, hem de toplumu ayrıştırmaya çalışıyorlar. 700. gösterilerini yapmak istediler, izin vermedik çünkü bu istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik. Anneliğin terör örgütünce istismar edilmesine, teröre kılıf yapılmasına göz mü yumsaydık?”

Soldaki görsel 1997’de Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak’ın polisler tarafından gözaltına alınmaya çalışılması anından, sağdaki ise 2018 yılında, 700. Hafta eyleminde aynı öfkeyle gözaltına alınmaya çalışılan Emine Ana… 21 yılda hiçbir şeyin değişmemiş olması çok korkunç ve tehlikeli değil mi?
Sonrasında…
Bu 10 yılda birçok kayıp davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi suçlu buldu ve mahkûm etti. Faillerin isimleri dava dosyalarında, AİHM kararlarında geçti.
İtirafçılar, kaybedilen insanların işkencehanelere götürdüklerini, ardından kalorifer kazanlarında yakıldıklarını, asit kuyularına, çukurlara, derelere ve toplu mezarlara gömüldüklerini krokileriyle anlatıp itiraflarda bulundu.
23 yıllık bir dava, arayış… “Oğlum bir gün gelir de evi tanıyamaz diye 30 yıldır evimi boyamadım.” diyen bir annenin feryadında boğulmaya mahkum olacak failler, susanlar ve bu suçu örtbas etmeyi sürdürenler. Hiçbir siyaset, hiçbir ideoloji önemli değildir bir annenin çocuğunun akıbetini merak etmesinden, mezarını istemesinden. Cumartesi Anneleri, ne İçişleri Bakanı’nın dediği gibi “mağduriyet maskesi”dir ne de istismardır; insanlık suçuna tepkidir, sessiz bir çığlıktır ve de olmaya devam edecektir 700+ haftadır olduğu gibi.
Kaynakça:
http://bit.ly/cumartesianneleri1
http://bit.ly/cumartesianneleri1
http://bit.ly/cumartesianneleri1
http://bit.ly/cumartesianneleri1
http://bit.ly/cumartesianneleri1
İnsan Hakları Derneği (İHD)