İçeriğe geç

“Çağdaş Spor Kültürü”ne Eleştirel Bakış

Günümüzde çağdaş sporlar, yalnızca ilgili sporu yapmak olarak değil takipçisi olmak anlamında da düşünürsek ortalama bir insanın hayatında ciddi bir yer tutuyor. Ülkemiz bazında düşünürsek ortalama bir insanın futbolu takip etmek için ayırdığı vakit, harcadığı bütçe,taraftarı olduğu takımın dertlerinin kafasında meşgul ettiği yer ve psikolojisine yaptığı etkiler ve tüm bunları toplum bazında düşündüğümüzde son derece önemli bir yer kapladığını görebiliyoruz. Peki tarih boyunca spor dediğimiz etkinlik toplum üzerinde hep benzer etkilere mi sahipti? Hep şekillerde mi vardı? Toplumların ekonomik ve sınıfsal düzenleri değiştikçe bütün işleyişlerde paralel devrimsel değişimler gerçekleşirken, spor dediğimiz oyunlar evrimler ve devrimlerden muaf mı kaldı?

Alaaddin Şenel’in Bilim ve Gelecek dergisindeki yazısında yaptığı ayrımdan yardım alarak başlarsak, “spor” ve “çağdaş spor” ayrımı yapalım. “Spor”u kullanırken, bir başkasıyla veya kendisiyle yarışma amacı gütmeyen, çıkıp bisiklet sürmek için veya fiziksel aktivite yapmak bisiklet sürmek gibi geniş anlamıyla kullanırken, “çağdaş spor” derken tarihsel gelişimle günümüzdeki yarışmacı ve rekabet temeline dayanan hallerine ulaşmış durumlarıyla düşüneceğiz. Örnek olarak, birkaç arkadaş çıkıp sahilde koşu yapmamız “spor” iken olimpiyat oyunlarındaki 100 metre koşuları “çağdaş spor” tanımına giriyor.

Sporların Ortaya Çıkışı ve Evrimleri

“Çağdaş spor”lardan geriye doğru bir yol izlediğimizde ortaya çıkışları ve evrimleşme dinamikleri ile ilgili tam oturmuş teorilerimiz olmamasına rağmen bulgulardan genel çıkarımlar getirebiliyoruz.

İlkel toplum yapılarından günümüze doğru ilerlerken dayanışma halinde yapılan takım avlarından, oyunlardan, toplumsal düzenin evrilmesine paralel değişim göstererek günümüz çağdaş spor’larına ulaştığı görülür. İlkel toplumlarda topluluğun tüm bireylerinin katıldığı oyunlar/törenler ve geçim amaçlı takım avları bizlere sporun kökenine dair ipucu veriyor. Sınıflı toplumlara geçişle birlikte “aylak sınıflar”ın ortaya çıkmasıyla sporun ilkel kültürleri de sınıflarla birlikte değişim göstermeye başlamıştır.

“Aylak sınıflar” olarak tabir edebileceğimiz sınıfları, topraklar, üretim araçları ve tarihin önemli kısmında “öteki insanlar”a da sahip olmuş olan, bu ayrıcalıklı konumundan dolayı üretim ağı içerisinde yer almayıp yalnız tüketen ve tüketimden kalan boş vaktinde diğer işlerle (yönetim, din işleri, spor) meşgul olan toplum katmanı olarak tarif edebiliriz. Sınıflı toplumlara geçişle birlikte aynı zamanda farklı sınıflar arasında kafa işi-kol işi dengesizliği ortaya çıkmaya başlamıştır. Alt sınıflar kol işleriyle vaktinin büyük bölümünü harcarken, egemen sınıflar olan üst sınıflar arasında kol işleri aşağılık görülmeye başlanmıştır. Yalnız kafa işiyle vakit harcanması insan sağlığına da aykırı olacağından üst sınıfların spora yönelmesini bu bağlamda düşünebiliriz.

Antik çağ uygarlıklarında, genellikle saray ve tapınak çevrelerinde yürütülen boş zamanı değerlendirme amaçlı, av(geçim amaçlı olmayan) ve savaşa hazırlık etkinlikleri görülmüştür. Aslan avı, kuş avı, savaş arabası yarışları, binicilik, yumruk dövüşleri çeşitli uygarlıklarda görülmeye başlanmıştır. Antik Yunan toplumuna doğru giderken yeni dalların da ortaya çıkmasıyla “spor”, “yarışma”lara, yarışmalar da “kamusal gösteri”lere dönüşmeye başlamıştır.

Roma İmparatorluğu’nda, Etrüsklerden devralınan gladyatör dövüşleri hızlı bir gelişim göstermiştir. Tek tük özgür insanlar arasından da gladyatörler çıksa da temel olarak gladyatör dövüşlerinde soylu veya özgür insanlar “sporcu” olarak yer almıyordu. Önceleri savaş tutsakları birbirleriyle dövüştürülüşmüş, sonraları köleler de gladyatör yapılmıştır. “Spor”, Eski Yunan’da kentli varsılların ve aristokratların katıldığı olimpiyatlar biçimindeyken, ekonomik yapısı köle emeğine dayanan Roma’da, kölelerin canı üzerinden yapılan “kan sporları” olarak adlandırılan biçimlere dönüştü. Roma’daki yeni spor kültürüne göre eğlence amacı almış olan sporda egemen sınıfların rolü “oynatan”, kölelerin rolü “oynayan”, diğer halkın rolü ise “izleyen” olmaktı. Roma’daki bu spor kültürü tarihe “Spartaküs Ayaklanması” olarak geçen olaya da yol açmıştır. Gladyatör okulundan kaçan 70 kadar kölenin isyan etmesiyle başlayan ve daha sonra öteki kölelerin de kaçmaya başlamasıyla büyüyen isyanda, 70 bin kişiyi bulan köle ordusu 2 defa Roma ordusunu yenilgiye uğratarak tarihe geçmiştir.

Roma İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, Roma’dan farklı ekonomik ve toplumsal yapıya sahip ve merkezi devletin kilise karşısında güçlü olduğu Bizans dünyasında roller farklı dağıldı. Düzenlenen yarışmalarda egemen sınıf yine “oynatan” iken halktan seçilen milisler “oynayan”, diğer halk ise “izleyen” fanatik yandaşlar olarak bölündü. Yarışmalarda mavi renkli yarışmacılar ile yeşil renkli yarışmacılar yarışır, izleyen halk ise Mavileri ve Yeşilleri destekleyenler olarak bölünürdü. Günümüzdeki takımların renklerine benzemeye başlayan bu haliyle Maviler ve Yeşillerin fanatikleri arasında da sık sık kavga çıkıyordu. Günümüz holigan kavgalarına benzeyen bu olaylar da bir gün Spartaküs Ayaklanması’na benzer şekilde egemenlere pahalıya patlamıştı. Taraftarlar arası kavgada, öfke olaylara sert müdahale eden kolluk kuvvetlerine yönelmiş, Maviler’in ve Yeşiller’in fanatikleri birleşip ayaklanmış tarihe “Nika Ayaklanması” olarak geçen olaylar yaşanmıştır. Öyle ki bu olaylarda Bizans İmparator’u tahttan inme noktasına gelmiştir(Dönemin Bizans İmparatoru kaçma hazırlıkları yapmaya başlamışken son bir hamleyle 30 bin kişiyi kılıçtan geçirerek ayaklanmayı bastırabilmiştir).

Kilisenin egemenliğinin yoğun olarak hissedildiği Avrupa/Latin ortaçağ döneminde ise gladyatör dövüşleri ve olimpiyat oyunlarından kalmış olan yarışmalar yasaklanmıştı. Ancak yine ekonomik ve toplumsal nedenlerle “kan sporları” olarak adlandırılan(yalnızca soyluların yapmasına izin verilen av, vs.) bazı “spor”lar ile şövalye turnuvalarının devam etmesine müsade edilmiştir. Çağdaş burjuva toplumlarına geçerken “kan sporları”ndan bazıları düzenlenip çağdaş spor dalları biçiminde devam etti.

Çağdaş sporların bir kısmı endüstri devrimi sıralarında icat edilmişken pek çoğunun kökü eski çağların derinliklerine dayanır. Her birini ilk çıkış yollarına kadar takip edemiyoruz. Günümüze ulaşan sporlar burjuva dönemine geçişle birlikte hızla kurallara bağlanmış, örgütlendirilmeye ve endüstrileşmeye başlamıştır. Yeniçağ soylu malikanelerinin avlularında ve kırsalda yasadışı, bahisli düzenlenen yumruk dövüşü karşılamaları, burjuva egemenliğine geçilmesiyle yasal ve üzerinden büyük karlar kazanılan kitlesel maçlara dönüştü.

Endüstri devrimiyle birlikte başta endüstrinin başını çeken İngiltere’de yaratılan işçi sınıfı(proletarya), kötü yaşam koşullarının ve geleceksizliği getirdiği umutsuzluğa karşı barlarda içkicilikte, kumarda, bahisli dart, horoz/köpek dövüşleri, boks karşılaşmaları gibi hızla yaygınlaşan eğlence kültüründe umudu arayarak avunmaya başlamıştı. “Ayaktopu”(Futbol) da bu dönemde hızla yaygınlaşmaya başlamıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısında spor dallarında hızla ticarileşme görüldü. Buna oluşan tepkinin de etkisiyle 1896’da Olimpiyat Oyunları tekrar örgütlendi. Kağıt üzerinde amatörlük iddiasıyla ortaya çıkmasına olimpiyat oyunları hızla ticarileşti ve Olimpiyat Yarışmaları’na dönüştü. Öyle ki bırakın amatör oyunları, “yarışmacılar”(sporcular diyemiyorum) arasında yaygınlaşan doping kullanımı günümüzde bile hala engellenemiyor.

Sporun ve Çağdaş Sporların İşlevleri

Çağdaş sporların toplumdaki yerinin pek çok karşılığı ve geniş karşılık bulmasının pek çok nedeni/ açıklaması bulunuyor. Günümüz sporlarına ulaşan tarihsel sürece, kaba bir toparlamayla, “insanın tarım toplumuna geçmesiyle oluşan boş vakit ve fizyolojisini şekillendiren avcı toplayıcı yaşantısından gelen sürekli hareket durumunun kaybolmasının ortaya çıkardığı fiziksel aktivite ihtiyacı; modern sporlara ulaşan süreci başlatmıştır diyebiliriz. Fiziksel aktivite ihtiyacının dışında, sporların aynı zamanda pek çok psikolojik işlevleri, sosyolojik işlevleri de bulunuyor.

“Çağdaş spor kültürü”ne eleştirel yaklaşmak istiyorum. Dünya genelinde olduğu gibi içinde bulunduğumuz toplumda da insanın, birey olamaması, kendini gerçekleştirememesinin yarattığı psikolojik sorunlar epey yaygın. Yalnızca birey bazında değil toplum olarak da hastalıklı ilişkilere sahibiz. Toplum ve birey hastalıklarını burada inceleyecek yerimiz yok. Bu sorunların spor kültürüyle olan etkileşimlerine bakabiliriz.

Kendini gerçekleştiremeyen, toplumda bir özne olarak var olamayan o topluma ait bireyler, bir takım veya belirli bir sporcuyla kendini özdeşleştirip onun kayıtsız bir taraftarına dönüşebiliyor. Zaten sorunlu toplumsal ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan “özne olamama” problemi, bir başka sorunlu yol olan hayali özdeşleşmelerle giderilmeye çalışılabiliyor. Sorunlu toplumsal ilişkiler, baskılar, geçim derdi, korkular, geleceksizlik, umutsuzluk gibi yaygın toplumsal sorunlar, kişide veya toplumda, çelişkilere karşı biriken öfkeyi bir yerlerde bir şekilde boşaltma, bir şeylere inanma, kazanma, bir toplulukla birlikte o topluluğun bir parçası olduğunu hissedebilerek hareket etme gibi ihtiyaçlar yaratıyor. Toplumsal düzenin yarattığı çelişkilerin sonucu olarak ortaya çıkan bu yeni ihtiyaçların biriktirdiği toplumsal enerji hayali saflaşmaların yer aldığı futbol maçları gibi müsabakalara kanalize ediliyor, topluluk halinde hareket etmek, hep bir ağızdan bağırmak gibi ihtiyaçlar hayali olarak bölünüp gruplandırılan insanların birbirlerinin karşısına konulmasıyla gideriliyor.

Günümüzde yapılan sporlar, günümüzdeki halleriyle ezelden beri hiç değişmeden var değildi. Yani bugün tamamı bir rakiple veya kendisiyle yarışmaya dayanan spor kültürü, tarihle birlikte toplumsal düzen değiştikçe,egemen sınıflar değiştikçe, kültür de değişim göstererek bugünkü haline ulaştı. Spor kültürünün çağdaş versiyonunda da roller, ekonomik ve toplumsal düzenin yapısına uyum sağlıyor. Egemen sınıf burjuvazi “oynatan” ve endüstrileşen yarışma kültüründen büyük karlar elde eden rolündeyken, halk kesimleri “oynayan” ve “izleyen yandaşlar” olarak bölünüp enerjisini kanalize edilip gerçek hayattan soyutlandırılan ve umut pazarlanan rolünde kalıyor.

Fiziksel aktivite, topluluk halinde bir şeyler yapma ihtiyacı, her çağ geçerli olabilecek gerçek bir insan ihtiyacı olabilir. Yarışma amacı gütmeden tek veya bisiklet topluluklarıyla birlikte çıkıp bisiklet sürmek, rekor amacı gütmeden yalnızca dağcılık faliyetinde bulunmak için dağcılık faliyetine bulunmak, bu ihtiyaçlarımızı fazlasıyla karşılayabilen aktiviteler. Ancak insanın umutsuzluğuna hayali umutlar araması, geçim derdi gibi sorunlarından soyutlanmak istemesi, özne olamama gibi sorunlar günümüz toplumlarında yakıcı ve belirleyici sorunlar iken tarihin her dönemi için geçerli olabilecek yakıcı ve belirleyici sorunlar olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla çağdaş spor kültürünün ve toplum ile olan ilişkilerinin tüm yönleriyle insan doğasının gerektirdiği sonuçlar olduğunu ve başka türlü spor kültürü olamayacağını iddia etmek gerçekliliği olmayan bir iddia olur. Yani günümüzde başka sorunlu toplumsal ilişkiler yeni sorunlar yaratıyor ve biz bunu başka sorunlu yollardan(hayali gruplaşmalar, hayali umutlar) gidermeye çalışıyoruz, ancak iki yanlış bir doğru etmiyor.

Çağdaş spor dallarını bir mücadele aracı olarak görmek konusunda tereddütlerim olsa da izninizle bir tarihten ve günümüzden birer örnek verip yorumlamak istiyorum. Çarlık Rusya’sında ikinci sınıf insan olarak görülen kadınların toplumsal hayata katılması mücadelesinde spor yapmak bir araç olarak kullanılmıştır. Spor, bir mücadele yöntemi olarak kullanılırken, dönemin spor kültürünün dayattığı spor ve sporcu anlayışlarının dışına çıkılmış, bu çembe12 | Perspektif • Sayı 02 rin dışına çıkılarak sorunlu kültüre aynı sorunlu yollardan değil de sorunlu kültüre ters ve doğru yoldan yanıt üretilerek başarı sağlammıştır. Yani sporu bir mücadele aracı olarak kullanacaksak,çembere hapsolup aynı sorunlu yollardan yanıt vererek,hayali saflaşmalara hayali rekabetlere dahil olarak bunu yapamayız. Günümüzden bir örnek vermek gerekirse, İstanbul’da “Karşı Lig” ve “Özgür Lig” adlarıyla amatörlük esaslı futbol ligleri düzenleniyor. Bu liglerde takımlar kadın-erkek karışık olduğu gibi profesyonel oyuncular kabul edilmiyor, takımların toplandığı puanların bir önemi bulunmuyor. Endüstriyel futbol anlayışına da tepkiyle “Futbol borsada değil arsada güzel” sözüne uyarak farklılık yaratıyorlar. Ancak, insanların takımlar halinde gruplandırılıp birbirinin karşısına rakipler olarak çıkartıldığı “ayaktopu(futbol) oyunu” bana özü gereği yarışmacı ve problemli görünüyor. Yani çağdaş spor kültürü çemberinin içinde kalıp çağdaş sporlara giden yolda yarışmacı anlayışın bir çocuğu olan ayaktopu oyununda beyhude bir reform çabası(toplanan puanların atılan gollerin önemi olmaması vs.) gibi geliyor.

Sporun kökenlerinin ve gelişiminin kaba tarihleri birlikte günümüzdeki anlayışlarına nasıl ulaştığını vermeye çalıştım. Fiziksel aktivite olarak spor yapma ihtiyacı ile çağdaş spor kültürü arasındaki ayrımı sık sık karıştırabiliyoruz. Günümüz spor kültürüne çeşitli yollardan eleştiri getiriliyor. Umarım ilgili tartışmalara katkı sağlayabilecek bir yazı olmuştur.


Kaynaklar ve İleri Okuma:

[1] Alaeddin Şenel, Bilim ve Gelecek dergisi sayı 53, Temmuz 2008

[2] http://www.perseus.tufts.edu/Olympics/sports.html

[3] http://sgm.gsb.gov.tr/Sayfalar/128/163/OlimpiyatOyunlarininTarihcesi

[4] https://www.evrensel.net/ yazi/77622/sscbde-spor-anlayisi-ve-temelleri-3-carlik-rusyasi-ve-sovyetlerde-sporcu-kadin