İçeriğe geç

Bilim Kimin İçin?

İnsanlık tarih sahnesine çıktığından beri bilimin ilerlemesi hiç durmadı. Peki neydi insanlığı bilim ve teknoloji üretmeye zorlayan şey?

Elbette birinci sıraya ihtiyaçları yazmak zorundayız. İhtiyaçlar her zaman yaratıcılığı beraberinde getirmiştir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğunun doğu ticaret yollarında egemenlik kurması sonucunda Batılı devletlerin yeni ticaret yollarına ihtiyaç duyması ve bu ihtiyacın beraberinde getirdiği yaratıcılığın sonucunda Coğrafi Keşiflerin başlaması. Bu ihtiyaçlar ve yaratıcılık doğalında bilimin ve teknolojinin ilerlemesi sonucunu beraberinde getirdi.

Kuşkusuz bilimin ve teknolojinin olağanüstü bir hızla geliştiği yıllarda yaşıyoruz. Bu konuya dair bir kaç bilim düşmanı dışında kimsenin bir sorunu olacağını sanmıyorum. Peki bu bilim kimin ihtiyaçları doğrultusunda ilerliyor?

Bu sorunun cevabını Bayer firması CEO’sunun ürettikleri kanser ilacına dair geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamada bulmak mümkün: “Biz bu ilacı Hintliler için geliştirmedik, fiyatı karşılayabilecek batılı hastalar için geliştirdik.” Bu açıklamanın sebebi Hindistan hükümetinin yerel ilaç firması Natco Pharma’ya Bayer firmasının karaciğer ve böbrek kanserlerinin tedavisinde kullanmak için ürettiği Nexavar adlı ilacın muadilini üretmek için lisans vermesi ve Hint firmasının bu ürünü Bayer’in sattığı fiyata göre %97 indirimle satmayı planlaması. Gerçekten tüyler ürpertici.

Günümüzde bilim üretiminin çoğunun bu örnekteki gibi “fiyatı karşılayabilecek batılı hastalar” için yapıldığı açık. Bu durumda bizler ne yapacağız, bizler de yalnızca batılı hastalara mı üretim yapmak zorundayız?

Bu soruyu sorduktan sonra kısaca Bauhaus ve Köy Enstitülerine değinmek istiyorum. Bauhaus’un ve Köy Enstitüleri’nin tarihi bu sorunun cevaplanması konusunda bize yarar sağlayacak. Sonrasında tekrar bu soruya geri döneceğim.

Bauhaus iki dünya savaşı arasında kurulan, sanat alanında yeni akımlar yaratmış bir okuldur. Bauhaus bir eğitim kurumu olmasının yanında aynı zamanda bir üretim merkezi de olmuştu. Bauhaus çok uzun bir konu ve bu yazıya sığması imkansız. Bu konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenlere Alperen Bal’ın Yeni Yazılar dergisinde yayımlanan “Kendisi Tarih Olmuş Bir Okul, Tarihe Mal Olmuş Bir Düşünce: Bauhaus” yazısını önerebilirim. Yazı yeniyazilar.org sitesinde mevcut. Ben bu yazıda, yazıya da uygun olarak, Bauhaus’da üretimin kimin için yapıldığını incelemek niyetindeyim.

Bauhaus kurulmadan çok önce ölmüş olsa bile Willim Morris’in bu sözü ile Bauhaus’un kuruluş felsefesi arasında büyük bir ortaklık var: “Herkesin her zaman göremeyeceği, çoğu zaman da anlamayacağı bir eser yerine, iyi üretilmiş bir kap daha yararlıdır.”

Bu sözüyle Morris sanatçıların endüstriyel tasarım alanına yönelmeleri gerektiğini vurguluyordu. Şimdi de Bauhaus Manifestosu’ndan bir alıntıyla devam edelim: “Mimarlar, ressamlar, heykeltıraşlar, hep birlikte zanaatlara geri dönmeliyiz! Çünkü sanat bir meslek değildir. Sanatçı ve zanaatçı arasında önemli bir ayrım yoktur. Sanatçı yüceltilmiş bir zanaatçıdır. İstencinin bilincini aşan o ender esinlenme anlarında, ilahi bir güç yaptıklarının sanata dönüşmesine neden olabilir. Öte yandan, her sanatçının bir zanaatta becerisinin olması zorunludur.

Yaratıcı hayal gücünün temel kaynağı burada yatar. O halde, zanaatçı ve sanatçı arasındaki kibir engelleri yükselten sınıf ayrımının olmadığı yeni bir zanaatçı loncası kuralım!” Bauhaus sanat ile zanaat arasındaki açıyı ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Sanatın toplum içindir anlayışını benimsiyordu. Temel olarak Bauhaus seri üretilebilen, ucuz ve estetik kaygıdan da taviz vermeyen bir tarzı yakalamaya çalışıyordu. Büyük ölçüde de bunu başardı. Bauhaus sayesinde toplum ilk kez sanatçılar tarafından tasarlanan estetik günlük eşyalar(masa, sandalye vb.) ile tanıştı.

İkinci konu Köy Enstitüleri. Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla açıldı. Köylerden ilkokul mezunu çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylerinde giderek öğretmen olarak çalışması düşüncesi ile kurulmuştur. Öğrencilerin Enstitüde gördükleri eğitimin yarısı teorik yarısı uygulamalıydı. Sanat temelli 6 Harun Karadeniz eğitim veren kurumlar olmasa dahi Enstitülerde her öğrenci bir müzik aleti çalıyor, resim dersi görüyordu. Bunun yanında Enstitülerden mezun olan öğretmenler modern tarım tekniklerini de köylülere öğretiyordu. Bu Enstitüler zamanla aydınlanma ocakları haline geldi, bir çok aydınımız bu Enstitülerden mezun oldu. Bu iki kurum da halkçı ve ilerici özelliklerinden dolayı sol eğilimleri olan kurumlardı. Üretimlerini toplum için yapıyorlardı. İki kurumda benzer bahanelerle, bu özellikleri sebebiyle kapatıldı.

Sorumuzun cevabını da eski bir İTÜ öğrencisinin, Harun Karadeniz’in, İTÜ yıllığında yazdıklarıyla verelim: “Öğrenciliği bitirip meslek hayatına atılacak olan biz mühendisler için iki yol vardır. Bu yollardan biri, kim için ve ne için üretim yaptığını düşünmeksizin egemen sınıfların yararına üretim yapmaktır. Kısaca, neden ve niçin’ini düşünmeksizin, bir miktar karşılığında üretim yapmak, yani robotlaşmak. İkinci yol ise, kim için ve ne için çalıştığını bilerek, emekçi halkın yararına üretim yapma olanaklarını aramaktır. Bir başka deyişle, ikinci yol küçük bir azınlığın yararına robotlaşmak değil, büyük çoğunluğun, yani toplumun yararına çalışarak insanlaşmak yoludur.”

Bir İTÜ öğrencisi olarak Harun Karadeniz’i anmadan geçemeyeceğim. Bir kaç hafta önce 68 döneminin öğrenci liderlerinden Harun Karadeniz’in aramızdan ayrılışının 39. yılıydı. Harun Karadeniz 1962 yılında İTÜ İnşaat Fakültesinde öğrenim görmeye başladı. Öğrencilik yıllarında Öğrenci Derneği başkanlığı ve İTÜ Öğrenci Birliği başkanlığı yaptı. Dönemin en büyük öğrenci yürüyüşü olan “Özel okullar devletleştirmelidir.” yürüyüşünde yer aldı ve etkin rol oynadı. 12 Mart darbesinden sonra hapishaneye girdi. Hapiste kanser hastalığına yakalandı ancak tedavi görmesine izin verilmedi. 15 Ağustos 1975’de hapishanede öldü. Onun 1967-1968 İTÜ Yıllığında yazdıklarının sorumuzun cevabı olduğunu düşünüyorum.